Market raflarında her gün sessiz bir trajedi yaşanıyor. Raf ömrünün son günlerini yaşayan, gayet yenilebilir durumda olan tonlarca ürün, hiçbir tüketiciye ulaşamadan çöpe gidiyor. Oysa bu ürünlerin çöpe değil sofralara ulaşması mümkün. Üstelik dünyada bunun güzel örnekleri de var.
Fransa ve İtalya başta olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde süpermarketlere yönelik yasalar çıkarıldı. Son kullanma tarihi yaklaşan ürünlerin çöpe atılması yasaklandı, bunun yerine bağışlanması ya da çok daha düşük fiyata satışa sunulması teşvik edildi. Almanya’da, Danimarka’da özel süpermarketler sadece bu ürünleri satıyor. Mobil uygulamalar aracılığıyla vatandaşlar son saatlerinde büyük indirimle bu ürünlere ulaşabiliyor. Böylece hem gıda israfı azalıyor, hem çevre korunuyor, hem de dar gelirli vatandaşlar için bir fırsat doğuyor.
Peki ya bizde?
Ne yazık ki Türkiye’de henüz bu konuda kapsamlı ve bağlayıcı bir düzenleme yok. Bazı iyi niyetli marketler sınırlı ölçüde "indirim köşeleri" açıyor. Ancak bu uygulama tamamen gönüllülüğe dayanıyor ve yaygın değil. Çoğu zaman da son kullanma tarihi geçmiş ürünlerin etik dışı şekilde satıldığına veya büyük miktarlarda gıdanın çöpe atıldığına tanık oluyoruz.
Oysa içinde bulunduğumuz ekonomik şartlar ortada. Vatandaşın temel gıdaya erişimi her geçen gün zorlaşıyor. Gıda fiyatları hızla artarken, israfı önlemek ve ihtiyaç sahiplerine katkıda bulunmak her zamankinden daha büyük bir toplumsal sorumluluk haline geldi.
Burada devletin devreye girmesi gerektiğini düşünüyorum. Gıda israfını önlemeye yönelik bir yasal çerçeve hazırlanabilir. Marketlere son kullanma tarihi yaklaşan ürünleri ya indirimli satma ya da bağışlama yükümlülüğü getirilebilir. Bu ürünlerin güvenli tüketimi için de basit ama etkili denetim mekanizmaları kurulabilir.
Ayrıca belediyeler, gıda bankaları ve sivil toplum kuruluşlarıyla iş birliği yapılarak bu ürünlerin ihtiyaç sahiplerine hızlıca ulaştırılması sağlanabilir. İsteyen marketler için de mobil uygulamalarla bu sürece katkı sunmaları teşvik edilebilir.
Bu öneri, bir eleştiri ya da suçlama değil; aksine, hep birlikte daha iyi bir model kurmamız için bir çağrıdır. Hem vatandaş hem de doğamız kazansın. İsraf yerine paylaşım kültürü gelişsin.
Bir köşe yazarı olarak küçük bir sitemle şunu da eklemeden geçemeyeceğim: Avrupa’da bu sistem yıllardır başarıyla işliyor. Biz de neden hâlâ bekliyoruz? Güzel şeyleri örnek almakta geç kalmamalıyız.
Çağrı:
Bu yazı vesilesiyle Tarım ve Orman Bakanlığına, Ticaret Bakanlığına, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına ve tüm yerel yönetimlere açık bir çağrı yapıyorum:
Gelin, Türkiye’de de çöpe değil sofraya giden bir gıda modeli kuralım. Yasalarla, teşviklerle, dijital çözümlerle bunu hep birlikte başarabiliriz. Kaybeden olmaz; kazanan çok olur.