Türkiye’de din ve inanç meselesi uzun süredir sis perdesiyle örtülüyor.
Bazı sözler bağlamından koparılarak sunuluyor, bazı gerçekler ise görmezden geliniyor.
Bu konuda Atatürk’ün “gökten indiği sanılan kitaplar” ifadesi en çarpıcı örneklerden biri.
Atatürk’ün Meclis kürsüsünde söylediği [Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır.
Biz, ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.]
Sözü, Asla Kur’an’ı hedef almıyor, aksine Kur’an dışındaki, sonradan eklenmiş hurafelere işaret ediyor.
Bu sözlerinde yer alan “kitaplar”sözü çoğuldur oysa;
Kur’an tek kutsal kitabımızdır. Ayrıca Kur’an’da açıkça geçmekte olup kendisi hadistir. Yani Hadis’i başka yerlerde aramak doğru değildir.
Atatürk, “kitaplar” derken, eklemelerle dolu hurafeler ile donatılmış beşerî içeriklere atıfta bulunmuştur.
İki damla siyanür damlatılmış, sunulan çayı içtiğinizde nasıl ki hayatınızı kaybederseniz, hurafelerle bezenmiş beşerî kitaplara inandığınızda imanınızı kaybedersiniz.
İşte Atatürk Kur’an’ın ne dediğini Kur’an’dan orijinalinden öğrenilsin istemiştir.
Bu yaklaşımın en somut delili, halkın Kur’an’ı doğrudan anlamasını sağlayacak bir proje başlatmış olmasıdır.
1925'te TBMM’de alınan bir kararla, Diyanet bütçesine “Kur’an tercümesi ve tefsiri” için ödenek konulmuş.
Bu kapsamda Elmalılı Hamdi YAZIR, “Hak Dini Kur’an Dili” adlı Türkçe Kur’an meali ve tefsirini hazırlamıştır.
Bugün bile bu eser, resmi ve güvenilir Kur’an meali olarak kabul ediliyor.
Atatürk’ün dini anlayışı da meali hazırlatması ve bazı reflekslerle daha da netleşiyor.
Mesela;
“Bizim dinimiz en tabiî ve makul dindir… akla, fenne, ilme ve mantığa uygundur.”
“Bizi yanlış yola sevk eden habisler, biliniz ki çok kere din perdesine bürünmüşlerdir.”
Sözleri de ona aittir.
Bugün hâlâ.
Altı yaşındaki çocuk evliliklerini savunan
Kadını “tarla” gibi gören
Rabbimizin dünyada mevcut kadın ve erkekleri neredeyse eşit sayıda yaratmış olmasına rağmen, bazı olağanüstü dönemlerde koruma amaçlı indirilen ayetleri çarpıtarak üç, dört kadın ile evliliğin Kuranda geçtiğinin savunan
Cuma namazı kılana sonraki Cuma’ya kadar istediği günahı işleme hakkı verildiğini savunan
Dini istismar eden anlayışlar kişiler örgütler mevcut. Ne yazık ki bu gerçek her geçen gün tehlikeli bir hal alıyor.
Atatürk ise, dine “samimiyet, akıl ve adaletle” yaklaşılmasını savunmuş, her insanda olduğu gibi bazı zaafı olan fakat hikmeti ve doğruluğu gözeten bir inanç şeklini sahiplenmiştir.
Bu bakış, “gerçek bir mümin” tanımını daha anlaşılır kılar.
Sonuç itibariyle
Atatürk’ün “gökten indiği sanılan kitaplar” sözünü doğru anlamak, sadece tarihsel bir hassasiyet değil, örtü altındaki hurafeyi de tanımak içindir.
O, zaafları olabilecek bir insan ama imanı akıl ve vicdan merkezine oturtan bir liderdi.
Gerçek bir mümin, niyeti ve doğruluğu önemseyen kişidir.

Değerli kardeşim, çok doğru bir konuyu ele almışsın. Hele son yıllarda bu hurafeleri dinin emri gibi anlatan cübbeli, sarıklı, sakallı kişiler çoğaldı. İnternette çok rastlıyoruz. Bunları izleyen birisi "Bunlar insanı dinden soğutur" diyordu. Bir ulusal felaket olduğunda bunlar "Çıplaklar çoğaldı, dinden uzaklaşıldı o yüzden Allah cezalandırıyor" diyorlar. Halbuki bu kişilerin muhtelif nedenlerle Allah'a şirk koşmaları nedeni ile Allah cezalandırıyor olabilir. Sebep hurafeler yolu ile şirk koşulmasıdır diye düşünüyorum. Allah büyüktür, hakimdir, adildir. Biz ona inanıyoruz.