Dünya sahnesinde yeniden bir güç mücadelesi izliyoruz. Bir yanda Washington, diğer yanda Brüksel, karşılarında ise Moskova. Hepsi farklı saflarda görünüyor ama ortak noktaları var: Ukrayna’yı gerçekten umursuyorlar mı, yoksa yalnızca bir kaynak pastasını paylaşmanın kavgasını mı veriyorlar?
Dün Beyaz Saray'da yaşanan Trump-Zelenskiy tartışması, bu gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi. Trump, Ukrayna'nın geleceği için ne düşündüğünü değil, ABD'nin bu savaşın sonunda ne kazanacağını açıkça ortaya koydu. Ülkeye yapılan 100 milyar dolarlık yardımların karşılığında 500 milyar dolar geri istediklerini, yer altı kaynaklarının %50’sine talip olduklarını alenen dile getirdi. Bu, kapitalizmin en vahşi yüzünün diplomasi maskesiyle nasıl örtüldüğünü gösteriyor.
Aslında bu Trump’ın ilk yüzsüz talebi değil. Daha önce Grönland’ı satın almak istemiş, Kanada’nın doğal kaynaklarına göz dikmiş, Panama Kanalı üzerinde hak iddia etmiş bir isimden bahsediyoruz. Sınır tanımayan bu şımarıklık, ABD’nin uluslararası düzeni kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda nasıl şekillendirmek istediğini gözler önüne seriyor. Washington, Irak ve Afganistan’da nasıl çöreklenip kaynakları sömürdüyse, şimdi aynı düzeni Ukrayna’da da kurmak istiyor.
Ancak bu yarışta sadece ABD yok. Avrupa Birliği de Ukrayna’nın kaynaklarına göz dikmiş durumda. Fakat bunu Washington gibi açıkça dile getirmek yerine, dostane bir müttefik görüntüsü altında hareket ediyorlar. Kendi çıkarlarını diplomasi, yardım ve destek söylemleriyle süsleyerek, savaşın ardından Ukrayna’nın yeniden inşa sürecinde asıl ekonomik kazanan olmayı hedefliyorlar.
Bugün sahnede izlediğimiz şey bir savaş değil, kazananın savaştan sonra daha çok kazanacağı bir ticaret oyunudur. Ukrayna’nın yeniden imarı için verilen krediler, aslında Avrupa konsorsiyumlarının ihalelerle kasalarını doldurma projesidir. AB, bu yıkımın ardından kendi şirketlerinin Ukrayna'yı baştan inşa etmesini sağlamak için şimdiden planlar yapıyor. Tıpkı ABD gibi onlar da Ukrayna’nın yer altı zenginliklerinden pay almak, savaştan sonra bu ülkeyi ekonomik olarak bağımlı hale getirmek için yarışıyorlar. Ancak fark şu ki: ABD bunu alenen yapıyor, AB ise “dost” görünümüyle.
Peki ya Ukrayna halkı? Bombalar altında yıkılan evler, kaybolan nesiller, tükenen bir ekonomi... Bunlar hiçbirinin umurunda değil! Ne AB, ne ABD, ne Rusya, ne de küresel düzenin diğer aktörleri Ukrayna halkının kanı üzerinden oynanan bu kirli oyunu durdurma niyetinde.
Tarih boyunca bu senaryoyu hep gördük. Önce bir ülke yakılıp yıkılır, sonra "insani yardım" adı altında sömürülür, en sonunda da borç batağına saplanarak tamamen kontrol altına alınır. Ukrayna'nın kaderi de bundan farklı değil. Kendisini "özgür dünya"nın temsilcisi olarak gösteren Batı, bugün bu savaştan sadece ekonomik çıkar sağlamaya bakıyor.
Dünkü Trump-Zelenskiy kavgası, Ukrayna’nın sadece büyük güçlerin bir çıkar malzemesi olduğunu kanıtlayan yeni bir sahneydi. Amaçları Ukrayna’yı savunmak değil, savaş sonrası zenginliklerinden en büyük payı kapmak. Diplomasi dedikleri şey, paranın ve gücün konuştuğu masalardan ibaret.
Ne yazık ki bu oyun, küresel düzenin değişmez bir gerçeği. Bugün Ukrayna'nın yer altı kaynakları için yapılan bu pazarlıklar, yarın başka bir ülkenin başına gelecek felaketin habercisi. Ama biz biliyoruz ki bu düzen, bir gün mutlaka yıkılacak!