Anayasamızın 10. maddesi ne der?
“Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce... ayırt edilmeksizin kanun önünde eşittir.”
Ama ne hikmetse bu eşitlik Meclis kapısından içeri girince işlemiyor. Milletvekilleri için “dokunulmazlık” diye bir kalkan devreye giriyor ve onlar artık "hukuk dışı bir bölgeye" geçmiş gibi oluyor.
Bugün Meclis’te yüzlerce fezleke bekliyor. Kimse okumuyor, kimse gündeme bile getirmiyor. Şiddet, hakaret, yolsuzluk, tehdit, organize suç bağlantıları… Konu ne olursa olsun, bir "dokunulmazlık zırhı" her şeyi örtüyor.
Sokaktaki vatandaşa “kanunlara uymalısın” diyen sistem, söz konusu milletvekili olunca susuyor. E, bu durumda halk da soruyor haliyle:
“Madem herkes eşit, o zaman bu dokunulmazlık niye?”
İşin bir diğer garip yanı da şu:
Kameralar önünde birbirini yerden yere vuran vekiller, kürsüde adeta düşman gibi davranırken, kuliste bir bakıyorsunuz kol kola, kahkahalar içinde çay içiyorlar. Dışarıda düşman, içeride can ciğer kuzu sarması...
Millet bu oyunun da, bu samimiyetsizliğin de farkında.
Dokunulmazlık, sadece kürsü dokunulmazlığı ile sınırlı olmalı. Düşüncesini açıklayan, Meclis kürsüsünde konuşan vekil elbette özgür olmalı. Ama düşünce eyleme dönüşür, iş suça varırsa – hele ki şiddet ya da kamuya zarar söz konusuysa – o zaman herkes gibi milletvekili de yargı önüne çıkmalı.
Dünyanın büyük demokrasilerinde bu böyle. Sadece konuştuğu için değil, suç işlediği için fezlekesi olan bir vekil, orada dokunulmaz değil, sorumlu kabul edilir. Bizde ise ne yazık ki tam tersi.
Milletin adalet duygusu her geçen gün biraz daha inceliyor. Çünkü bu millet, eşitlikten yanadır. Kendi evladına bir kabahat yüzünden ceza gelirken, vekilin kanundan muaf olması artık kabul edilemez.
Siyaset, halktan ayrıcalık koparma sanatı değil; halk için sorumluluk alma sanatıdır.
Bugün bu zırhı kaldırmazsak, yarın hep birlikte hukuk düzeninin enkazı altında kalabiliriz.