Avrupa Birliği'nin 70 yıllık inkâr ve oyalama siyaseti, bugün farklı bir boyuta taşınıyor. Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Türkiye’yi bu ay gerçekleştirilecek AB Liderler Zirvesi'ne davet etti. Bir zamanlar kapılarında beklettiği, vize kuyruklarında süründürdüğü, havaalanlarında kötü muameleye maruz bıraktığı Türkiye’yi bugün “önemli ortak” ilan ediyor. Neden mi? Çünkü Avrupa’nın ihtiyacı var.
Polonya Başbakanı Donald Tusk, Ankara ziyareti sırasında Türkiye'nin Avrupa Birliği üyelik sürecinin “gerçekçi ve elde tutulur” bir süreç olması gerektiğini söyledi. Üstüne üstlük, Türkiye'nin bölgesel istikrar için büyük bir sorumluluk taşıması gerektiğini vurguladı. Türkiye olmadan AB’nin ne bölgesel güvenlik sağlayabileceğini ne de göç krizini yönetebileceğini biliyorlar.
Hollanda Dışişleri Bakanı Caspar Veldkamp ise Avrupa'nın güvenlik mimarisinde Türkiye'nin mutlaka yer alması gerektiğini ifade etti. Açık açık, Türkiye’nin askeri gücü ve bölgedeki stratejik önemi olmadan Avrupa'nın güvenliğinin eksik kalacağını söyledi.
Dahası, Fransız Le Monde gazetesi bile Avrupa'nın artık Türkiye'yi vazgeçilmez bir ortak olarak görmek zorunda olduğunu yazdı. O Türkiye ki, yıllardır kapıda bekletildi, Avrupa'nın iç siyasi hesaplarına kurban edildi. Şimdi, AB’nin zayıfladığı bir dönemde, Türkiye'nin desteğini almak istiyorlar.
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'in Türkiye’nin AB Zirvesi’ne davet edilmesiyle ilgili yaptığı güncel bir açıklamaya ulaşamadık. Ancak, NATO içinde Türkiye'nin askeri gücüne her zaman ne kadar ihtiyaç duyulduğunu biliyoruz. Ukrayna savaşı, Ortadoğu’daki gerilimler ve mülteci krizi AB’yi sıkıştırıyor. Şimdi Türkiye’nin desteğine muhtaçlar.
Ancak bu, Türkiye’nin geçmişte olduğu gibi kandırılacağı anlamına gelmez. Önümüze sürecekleri sahte vaatlerin, tutulmayacak sözlerin, “ama” ile başlayan cümlelerin farkındayız. Bize yine gümrük birliği revizyonu, vize serbestliği gibi kazanımlar sunacaklar, ancak karşılığında imkânsız şartlar sıralayacaklar: Terörle mücadelede taviz verin, Suriye'den çekilin, Irak’taki operasyonları sonlandırın, İsrail’le barışın, hatta bir Kürt devleti kurulmasına göz yumun… Ve Türkiye tüm bunları kabul etmezse, yine kapılar yüzümüze kapanacak.
Ama bu sefer eski Türkiye yok. Biz artık sahada da, masada da güçlü bir ülkeyiz. Onlar, ihtiyaç duydukları için şirinlik yapıyor olabilirler; biz ise her zamankinden daha kararlı, daha güçlü ve daha bağımsız hareket ediyoruz. Şimdi bekleyip görelim: Avrupa, sahte dostluk oyunlarını sürdürecek mi, yoksa samimi bir iş birliğine mi yönelecek? Mevlam neyler, neylerse güzel eyler…