ABD’nin yeni başkanı Trump’ın NATO’dan ayrılabileceğine dair imaları, Avrupa’dan asker çekme söylemleri ve Ukrayna savaşının ardından Avrupa ülkelerinin silah ve mühimmat stoklarının erimesi, kıtanın güvenlik politikalarında köklü bir değişimi zorunlu hale getiriyor. Artık açıkça görülüyor ki Avrupa, ABD’ye bağımlı bir güvenlik anlayışıyla yoluna devam edemez.
Bugüne kadar NATO’nun bel kemiği olarak hareket eden ABD’nin çekilme ihtimali, Avrupa’yı kendi güvenlik sistemini kurmaya itiyor. Ancak burada kritik bir nokta var: Avrupa, Türkiye olmadan bir güvenlik paktı oluşturamaz!
Son yıllarda savunma sanayisinde dev adımlar atan, mühimmat üretiminde kendi kendine yeten ve hatta ihracatçı konumuna gelen Türkiye, artık sadece bölgesel değil, küresel güvenliğin de en önemli aktörlerinden biri haline geldi. Üstelik Avrupa’nın en büyük ve en tecrübeli ordusuna sahip olan Türkiye, bir yandan NATO’nun askeri yükünü çekerken, diğer yandan kendi savunma projeleriyle dünyada ses getiriyor.
Peki, 70 yıldır Türkiye’yi AB kapısında bekleten Avrupa, bugün ihtiyaç duyduğu güvenlik için nasıl bir yol izleyecek?
Eğer Avrupa gerçekten ABD’nin boşluğunu dolduracak bir güvenlik yapılanması kurmak istiyorsa, Türkiye ile iş birliği kaçınılmaz. Çünkü bugün Avrupa’nın önündeki en büyük tehditlerden biri Rusya’nın yayılmacı politikalarıysa, bunun karşısında durabilecek en güçlü bölgesel aktör Türkiye’dir. Avrupa savunmasını kendi ayakları üzerinde inşa etmek istiyorsa, bunu Türkiye’siz yapamaz.
Ancak şu da unutulmamalıdır: Bugün Türkiye eski Türkiye değil. Türkiye artık Avrupa’nın "ihtiyaç duyunca hatırladığı" bir ülke olmaktan çıkmış, dünya sahnesinde kendi şartlarını belirleyen, güçlü bir aktör haline gelmiştir. Yani Avrupa, Türkiye ile eşit ortaklık temelinde bir güvenlik iş birliği geliştirmezse, bu yeni güvenlik yapılanmasında Türkiye’yi kendi safına çekmesi kolay olmayacaktır.
Avrupa'nın Türkiye'ye yaklaşımındaki samimiyeti test edecek kritik bir süreç başlıyor. Eğer bu yeni güvenlik yapılanması Türkiye'yi sadece bir taşeron olarak görmek isterse, Ankara’nın buna pek de sıcak bakmayacağı kesin. Artık Türkiye, kendi çıkarlarını önceleyen, güçlü bir stratejik aktör. Dolayısıyla Avrupa'nın, Türkiye'yi ortaklığa davet etmeden önce eski ezberlerini bir kenara bırakması gerekiyor.
Öte yandan Türkiye, bu yeni dengede kendi pozisyonunu sağlamlaştırmak için Avrupa’nın vereceği sinyalleri dikkatle analiz edecektir. Bu noktada AB, Türkiye’nin yalnızca askeri gücünden değil, diplomatik tecrübelerinden ve bölgesel ağırlığından da yararlanmak istiyorsa, karşılıklı güvene dayalı, kazan-kazan prensibine uygun bir formül geliştirmek zorunda. Aksi halde Avrupa, Türkiye'siz bir güvenlik mimarisi kurmanın hayalden öteye geçemeyeceğini kısa sürede anlayacaktır.
Türkiye artık bu oyunda piyon olma görevini bırakmış, Şah olarak oyuna devam etme gayretine girmiştir. Cumhurbaşkanımızın oyunun daha 1. dakikasında "Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" sözü boşa söylenmiş bir cümle değildir.