Çokta eski değildi. Bundan, 50- 60 yıl öncesi yani, develer tellallığı pireler berberliği bırakmıştı…
O yıllarda, ADAMO her yere kar yağdırıyor, AJDA PEKKAN bazen boş veriyor, bazen iki yabancı elleri birleştiriyor, BARIŞ MANÇO “Ağlama değmez hayat” diyerek teselli ediyor, BERKANT Samanyolunda dolaşıyor, DARİO MORENO Deniz ve mehtaba takılmış, bu yüzden HAMİYET YÜCESES Her yer karanlık sanıyor, NEŞE KARABÖCEK “Tintintinimini hanım”ı yardıma çağırıyordu…
ENGİN EVİN henüz dedesine benzememiş, YONCA EVCİMİK daha mahallelerimize abone, TARKAN’da abilerine henüz kıl olmamıştı…
30 kupona, gazetelerin ansiklopedi, tencere, tava verdiği yıllardı…
Cumartesi günleri 3 saat ders olur, sabahçı isek 08.00 de başlayıp 10.30 da, öğrenci isek 10.30 da başlayıp 13.00 de, hafta sonu özgürlüğümüze kavuşurduk…
Evlerde televizyon yoktu, oyuncaklarımızda yoktu ama bir mahalle dolusu arkadaşlarımız vardı…
Yüksek Alanda oturan Kore Gazisi Mehmet Amcanın yaptığı, alttan sıkınca ipin üzerinde takla atan iki tahta parçasından yapılmış cambaz, tahtadan yürüteç, babalarımızın kargıdan yaptığı kasnaklı uçurtmalar, telden yaptığımız arabalar, araba bilyesi ile yaptığımız tornetler, kargının içini boşaltarak yaptığımız tuğluklar en iyi oyuncaklarımızdı…
Okuldan gelince, kendimizi hemen sokaklara atar, arkadaşlarımızla KALEİÇİ’NDE ÇELİK ÇOMAK oynar, YANIK HASTAHANEDE UÇURTMA uçurur, sokak aralarında futbol oynardık…
Televizyonlar henüz yoktu ama, YILDIZ, YENER, ŞEHİR, AKDENİZ, İNCİ, YENER, SARAY, sonrasında KÜLTÜR , yazında ilave olarak GEBİZLİ ve KONYAALTI SİNEMALARI vardı…
Kalekapısı’ ndaki panolarda, her sinemaya ait film afişleri yaklaşık iki hafta boyunca kalırdı, fakat yine de akşamüzeri, üstü afişlerle kaplı bir kamyonet geçerdi yanımızdan, akşam oynanacak filmlerin anonsunu yapardı…
HAFTA SONLARI AİLECE SİNEMALAR GİDERDİK…
Biletler mutlaka önceden alınırdı, çünkü özellikle hafta sonları yer bulunmazdı…
Salonda dolaşan GAZOZ satıcıları, ellerindeki açacakları, şişelere sürterek gazozlarını satmaya çalışırken, silindir şeklinde ki bir termosun içerisine, dikdörtgen prizma seklinde alüminyum folyo ile ambalajlanmışçikolatalı dondurmayı koyan satıcılarda FOK FRİGO diye bağırırdı…
Film matineleri gündüz 14.30, akşam suare ise 20.30 da başlardı… Film başlamadan önce üç defa gong vururdu ama makinist filmi başlatmak için belirlenen saati geçirirse, ıslıklarla protesto ederdik…
Kadife perdeler, açılıp, beyazperdeye görüntü düşünce, sinemayı, salonu adeta unutur, filmin içinde bulurduk kendimizi…
Bazen film kopar, aniden ortalık kapkaranlık olurdu, bir an önce başlaması için makinistin bulunduğu arkada kare şeklinde deliğe hep birlikte dönüp endişe ile bakardık…
Yazın bir başka olurdu, çünkü yazlık sinemalar devreye girerdi, uzun ve sıcak yaz gecelerinin vazgeçilmezleriydi…
Sıralanmış tahta sandalyelerde, bir elimizde gazoz, bir elimizde leblebi veya çekirdek ailece ve komşularımızla oturup, aynı sıralardan, aynı filmi seyretmenin mutluluğunu yaşardık…
İYİ KALPLİLERİN MUTLAKA KAZANDIĞI YEŞİLÇAM YILLARI İDİ O YILLAR…
ALFRED HİTCHCOCK der ki; “Kötü adam ne kadar başarılı ise, film o kadar başarılıdır…”
EROL TAŞ, DANYAL TOPATAN, COŞKUN GÖĞEN, HÜSEYİN PEYDA, BİLAL İNCİ, SÜHEYL EĞRİBOZ, NECİP TEKÇE, KAZIM KARTAL, TURGUT ÖZATAY, YILDIRIM GENCER, HAYATİ HAMZAOĞLU ve ismini şu anda hatırlayamadığım o kadar başarılı KÖTÜ ADAM KARAKTERLERİ vardı ki, filmi seyrederken oynadığı karakteri gerçek sanıp adeta nefret eder, filmden çıkınca o an yolda görsek farklı bir işlem yapmayı düşünürdük…
Fakat filmin sonunda, hep iyi olanlar kazanırdı…
YEŞİLÇAM bizler için yalnızca Beyoğlu’nda bir sokak adı değildi tabii ki…
AYHAN IŞIK’ı İngiliz Kemal’e, BELGİN DORUK’ u küçük hanımefendiye, ZEYNEP DEĞİRMENCİOĞLU’nu Ayşecik’e, KEMAL SUNAL’ı İnek Şaban’a, KARTAL TİBET’i Tarkan’a, ŞENER ŞEN’i Badi Ekrem’e, MÜNİR ÖZKUL’u Mahmut Hoca’ya, FATMA GİRİK’i Şoför Nebahat’a, TÜRKAN ŞORAY’ı Asya’ya, CÜNEYT ARKIN’ı Malkoçoğlu’na, SADRİ ALIŞIK’ı Turist Ömer’e, HULUSİ KENTMEN’i babacan Komiser Hulusi’ye, ADİLE NAŞİT’i Hafize Ana’ya dönüştüren sihirli bir dünyanın adıydı.
AHMET TARIK TEKÇE, VAHİ ÖZ, MÜNİR ÖZKUL, NERİMAN KÖKSAL, MUHTEREM NUR, FİKRET HAKAN, BELGİN DORUK, TURGUT ÖZATAY, ÖZTÜRK SERENGİL, AHMET MEKİN, EKREM BORA, ÇOLPAN İLHAN, ORHAN GÜNŞIRAY, GÖKSEL ARSOY, YILMAZ GÜNEY, İZZET GÜNAY ve FATMA GİRİK gibi isimler o yılların gözde oyuncuları, AYHAN IŞIK ise döneminin en büyük yıldızı oldu.
1960 İLE 1970 ARASI TÜRK SİNEMASI BÜYÜK BİR ÇIKIŞ YAŞADI…
Türk Sineması'nın üretim verimliliğinin en üst noktaya çıktığı yıllar olarak adlandırılan bu dönemde renkli filmler üretilmeye başlandı ve METİN ERKSAN'ın 1963 yapımı "SUSUZ YAZ" filmi, uluslararası alanda ödül alan ilk Türk filmi oldu.
1966'da Türk Sineması 241 filmle, dünya uzun metraj film üretimi sıralamasında 4. sırayı aldı. Yapım, üretim ve dağıtım gücü açısından bu dönem, ayrıca Türk Sineması'nın altın çağı olarak belirtildi.
Yönetmen olarak, ERTEM EĞİLMEZ, HALİT REFİĞ, TUNÇ BAŞARAN, ve TÜRKER İNANOĞLU’nun adını duyurmaya başladığı 1960'lı yıllarda FİLİZ AKIN, EDİZ HUN, HÜLYA KOÇYİĞİT, CÜNEYT ARKIN, KARTAL TİBET, SELDA ALKOR, SERDARGÖKHAN gibi oyuncular da ilk filmlerine imza attılar.
Senarist SAFA ÖNAL, çoğu başyapıt seviyesindeki filmin senaryosuna imza atmakla kalmayarak, dünya tarihinin en üretken senaristi oldu ve 400'ün üzerinde senaryoya imza attı.
1970-1980 YILLARI TÜRK SİNEMASININ EN İYİ DÖNEMİ İDİ…
Bu dönemde de ÖMER KAVUR, ZEKİ ÖKTEN, ŞERİF GÖREN gibi genç yönetmenler ve TARIK AKAN, KEMAL SUNAL, İLYAS SALMAN, ŞERİF SEZER, GÜLŞEN BUBİKOĞLU, METİN AKPINAR, ZEKİ ALASYA, NECLA NAZIR, PERİHAN SAVAŞ, MÜJDE AR gibi önemli oyuncular sinemaya giriş yaptı.
SADIK ŞENDİL’in senaryolarıyla, CAHİT BERKAY ise film müzikleriyle öne çıktığı bu dönemde, MÜNİR ÖZKUL, ADİLE NAŞİT, ŞENER ŞEN, AYŞEN GURUDA, İHSAN YÜCE ve HALİT AKÇATEPE gibi karakter oyuncuları, ARZU FİLM ekolü olarak da adlandırılan ERTEM EĞİLMEZ önderliğindeki samimi aile filmleriyle, TÜRK SİNEMASINA altın dönemini yaşattılar.
Sektörde ki hakimiyetin, 1967'den itibaren hızla artan renkli filmlere geçtiği bu dönemde ayrıca Türk sineması, ABD sinemasının önüne geçti ve birçok yeni yapımcı ortaya çıktı.
O YILLARDA ANTALYA HALKININ SİNEMAYA AŞIRI İLGİSİ VARDI…
ADİLE NAŞİT ve MÜNİR ÖZKUL ikilisinin düşündürdüğü, ZEKİ ALASYA – METİN AKPINAR ikilisinin güldürdüğü, İLYAS SALMAN’ın bütün haksızlıklara isyan ettiği, hepsininde sanatları ile örnek olduğu,
Her sinema çıkışında, Hanımlar kendilerini; BELGİN DORUK, TÜRKAN ŞORAY, FİLİZ AKIN, HÜLYA KOÇYİĞİT, EMEL SAYIN, GÜLŞEN BUBİKOĞLU, MÜJDE AR gibi filmin yıldızı,
Erkekler kendilerini; AYHAN IŞIK, EDİZ HUN, İZZET GÜNAY, TARIK AKAN, KARTAL TİBET, CÜNEYT ARKIN, gibi filmin yakışıklısı,
Ya da TURİST ÖMER, ŞOFÖR NEBAHAT, İNGİLİZ KEMAL, KOMSER HULİSİ, HAFİSE ANA, TARKAN, MALKOÇOĞLU, ŞÖFÖR NEBAHAT, AYŞECİK, MAHMUT HOCA gibi film karakterlerinden biri gibi hissederek, film ile birlikte sinemadan çıkarlardı…
Sadece filmi seyretmekle kalmaz, film yıldızlarının da hayatlarını sanki aileden biriymiş gibi magazin haberlerinden takip ederdi o yılların sinema seyircisi…
YEŞİLÇAM afişlerinde, bir sanatçı için isim düzeni çok önemli idi. Bu yüzden sanatçılar arasında dargınlığa varan tartışmaların yaşandığını gazetelerden okurduk…
HABABAM SINIFI’nda bu kuralı bozup, STAR OYUNCU’nun yerine MÜNİR ÖZKUL gibi bir USTA OYUNCUNUN, MADEN filminde de STAR OYUNCU’nun yerine bir AĞABEY olan CÜNEYT ARKIN’ın kendi isminin önüne yazılması isteyen TARIK AKAN, sadece oyunculuğu ile değil, vefası, saygısı ve insanlığı ile de örnek olması gibi o günlerden VEFA ve SAYGIYA dayalı daha yüzlerce örnek var…
MÜTEVAZİ VE GÜZEL İNSANLAR GEÇTİ SİNEMALARIMIZDAN…
Bizler gerçekten güzel insanlarla büyüdük…
Mutlaka güzel bir filmin de kusurları vardı, tıpkı hayat gibi, insanlar gibi…
Belki de BEYAZ PERDEYİ hayatlarımıza çok benzediği, olmak istemediğimizi, ya da olmak istemediğimizi bizlere iyi anlattığı için sevdik…
Televizyonun yaygınlaşmaya başlayarak tüm dünyada SİNEMA sektörünü etkilediği 70’li yılların başlarında ülkemizde yılda 300 kadar SİNEMA FİLMİ üretiliyordu.
SİNEMA SALONLARININ, yapılacak filmlerin bütçelerine katkıda bulunduğu, eşine az rastlanır bir finansman sistemiyle işleyen bu düzen, kendi yıldızlarını yaratıyor ve seyirciyi salonlara çekiyordu…
Şimdi dünün SİNEMALARI, SİNEMALARA sanki düğüne gidiyormuş gibi özenle giyinip giden SEYİRCİ KİTLESİ ve dünün o mütevazi SANATÇILARININ çoğu yok…
BEYAZ PERDE, BEYAZ CAMA yenik düştü…
Ünlü bir yönetmenin söylediği gibi “Sinemanın öldüğü tarih 1983'te uzaktan kumandanın çıktığı gündü.”
AH O SİNEMALAR, O YILLARDA BİZLERİNKÜLTÜRE AÇILAN KAPILARIMIZDI…
Veda edemediğimiz mutlulukların, ardından bakan kaybedenler olduk…
Bu nedenle zamanne kadar insafsız olsa da, hafızalarımızda o günün sinemalarına, filmlerine ve sanatçılarına olan özlem var…
Teknolojinin ilerleyişi karşısında, bazı değerlerin kaybolacağını önceden görmemize rağmen, kan kaybetmesine her zaman ve her önemli değerde olduğu gibi seyirci kaldık…
Sonra mı…
FİLM BİTTİ…
