Dün kütüphanemde kitap ararken elime geçti. İç sayfasında kendi el yazısı ile “Pek Sayın Emin Altıner Merhabalarla” ve imza Ara Güler… Fotoğrafevi yayınlarından, Rahmetli Ara Abinin fotoğraflarının bir kısmını içerisine alan müthiş bir eser, “Ara’dan Yetmiş Yedi Yıl Geçti…”

1990’LAR FOTOĞRAF SEKTÖRÜNDE ÇALIŞTIĞIM YILLARDI…

Fotoğraf Dergisi sahibi Sayın Şerif Antepli, belli zaman aralıklarında sektörün ustalarını toplar, bu toplantılara bizleri de davet ederdi… Toplantıların önemli konukları Allah rahmet eylesin Ara Abi (Güler) ve yine Allah uzun ömürler versin Gültekin Abi (Çizgen) olurdu… HER İKİSİDE SAYISIZ SERGİ, BİRÇOK KİTAP, YÜZLERCE MAKALE VEDE SAYISIZ ÖDÜLLERE SAHİP USTALARDI… Ara Abinin büyük bir ustada olsa o amatörce heyecanını ilk görüşte anlamak mümkündü… Yanı başımızda olup bitenleri, gündelik hayatın içerisindeki gözden kaçanları bulup çıkarmak onun işiydi… O vizöründen bakıp, deklanşöre dokununca,  sıradan olanın içerisindeki evrensellik yalın ve sade olarak ortaya çıkıyor ve siyah-beyazı onunla daha çok seviyorduk… Toplumun her kesiminden insan fotoğraflarını, balıkçıları, fabrika işçilerini, meyhaneleri siyah beyaz ile bizlere o kadar sevdirdi ki, “ İstanbul’un Gözü” ünvanının haklı olarak sahibi oldu…

ONUN ANLATTIKLARI DERS NİTELİĞİNDEYDİ…

“Fotoğrafçının geldiği fark edilmemeli… Zaten böyle bir hava yaratılırsa gerçek duruşlar bozulmuş olur. Fotoğrafçı sessiz dolaşan bir şahit gibi çalışmalıdır.” “Fotoğraf her şeyden önce, mutlaka bir şey anlatmalıdır. Etrafımda dönen bir dünya vardır, bu dünyanın içerisinde bana en duygu verecek, beni en zevklendirecek şey olunca deklanşöre basıyorum. Benim açımdan olay, 'an' çok önemlidir.” “İnsan hayatında yüz fotoğraf çekse, çok büyük fotoğrafçı sayılmalıdır. Bir fotoğrafçıdan geriye yüz fotoğraf kalması, çok büyük birşeydir. Hugo’dan geriye ne kalmıştır? Cervantes sadece bir roman yazmıştır ama sadece Don Kişot kalmıştır. Ben 20-30 fotoğrafla insanların akıllarında kalırsam kendimi büyük bir iş yapmış sayarım.” “Fotoğraf bir kayıt aracıdır. Bir dram, bir şey anlatmalıdır ki, bir netice çıkarabilsin, işte o zaman fotoğraf çekici olur…” cümleleri hala kulaklarımda çınlıyor… Sayısız kişisel sergisinin yanında kırka yakın fotoğraf kitabı yayınlanmış Ara Abiye tanıyınca, kalbinin derinliklerinde yatan gelenekselciliği karşısında ve de anlattıklarından, hatta onun diksiyonundan etkilenmemek, büyülenmemek mümkün değildi…

ANTALYA ‘YI EN AZ BİR ANTALYALI KADAR İYİ BİLİYORDU…

Belki İstanbul’dan sonra en sevdiği coğrafyalardan birisi Kaleiçi idi… Benimde Kaleiçili olduğumu bildiği için,“Kaş, Patara, Xanthos, Myra, Pınara, Side ve Perge’yi sanırım bir Antalyalı olarak benim kadar gezmemişsindir” diye takılırdı bana…

“IŞIK VE TARİH: ARA GÜLER’İN GÖZÜYLE ANTALYA

Yıllar sonra, Antalya Kültür Sanat’ta açılan Ara Güler sergisinde Antalya Kaleiçi ve sahil şeridinin yanı sıra şehrin yakın çevresinden, Kaş, Patara, Xanthos, Myra, Pınara, Side ve Perge’den görüntüler izlerken de gördüğüm, gezdiğim ve bildiğim kutsal topraklarım, ustanın vizöründen çok daha güzel gelmişti bana…

BİRGÜN SENİN KUTSAL TOPRAKLARIN İLE İLGİLİ GÜZEL BİR ANIM VAR DEDİ…

Ve Ara Abi başladı anlatmaya… “Şakir Eczacıbaşı, antik değeri olanbir yılbaşı takvimi yaptırmak istiyor… Dedim ki Antalya Kaleiçi kapı tokmaklarını çalışalım… Fikrim Şakir Bey tarafından beğenildi, program yapıldı, Şakir Bey ve ben Antalya’ya gidiyoruz… Antalya’da bizi Şakir Bey’in dostu Erkan Peker kardeşimiz karşıladı… Akşamları üçümüz, 7 Mehmet, İskelede Kral Sofrası, Babanın Yeri gibi lokantalarda yemek yiyip keyif yapıyoruz, gündüzleri Kaleiçi Sokaklarında o muhteşem evlerin kapı tokmaklarının fotoğraflarını çekiyorum… Bir ara, Aralık bırakılmış bir kapının önündeyim, İşte muhteşem bir kapı tokmağı… Bu evde kimler yaşadı, bu tokmak kimlerin eline değdi… Kaç defa mutlu bir haber için ses verdi… Mutsuz bir habere şahit oldu mu? Evin içerisindeki haberi dışarıya kaç defa yansıttı, gibi duygular içerisindeyim, gözüm vizör de, elim deklanşör de, sürekli çekiyorum, biliyorum ki günün birinde bu sessiz şahitlerde yok olacak… Kendi dünyamda, gördüklerimi görüntülemeye çalışırken kafama bir yastık çarptı, bir hanım aralık olan kapıdan üzerime fırladı, bağırıyor, “Elinde ki dürbün ile içeriyi seyretmeye utanmıyor musun?” diye… Ben şaşkın bir vaziyette ne yapacağımı düşünürken, Şakir Bey ve Erkan Peker araya girerek durumu izah edip, yanlış anlaşılmaktan kaynaklanan konuyu hanımefendiye izah ettiler… Ya işte senin kutsal topraklarında beni öldürüyorlardı ama sana bir itirafta bulayım mı? O kapı tokmağı için değerdi…"

ARA ABİ VE KAPI TOKMAKLARI MAALESEF ŞİMDİ SADECE YÜREKLERİMİZDE KALDI…

Antik çağlardan beri tarihe tanıklık eden turizm kenti Antalya'nın göz bebeği Kaleiçi, tarihi dokusuyla olduğu kadar mimari yapısı, tarihi yapılara açılan ve ziyaretçileri geçmişe götüren kapıları, el oyması işlemeleriyle ve birbirinden farklı yapılarıyla hala bütün dünyanın dikkat çekmektedir. O yıllarda, kapılar inşa edildiği döneme dair karakteristik özellikler taşırken, Antalya'nın sadece mimari tarihi hakkında fikir vermekle kalmamakta, aynı zamanda bölgedeki yaşam tarzını, gelenek ve görenekleri de kapların tokmakları ile en iyi şekilde gözler önüne sermekteydi. Geçmişten bugüne milyonlarca elin dokunduğu ve ardında binlerce yaşantının gelip geçtiği o muhteşem kapılar zamanla yıpranmış olsa da en azından bir kısmı tarihi değerleri bozulmadan restore edilerek bugün hala yaşamlarına devam ediyor… Kızılçam ağacından yapılan bu kapıların üzerinde el işlemeleri de bulunuyor. Gönül isterdi ki bugün de, o muhteşem Kaleiçi kapılarına yine eski ve el yapımı kulplar, tokmaklar ve posta kutuları eşlik edebilseydi.

YAŞAYAN TARİH HÜSEYİN ABİM…

Hüseyin Çimrin Ağabeyim kapıların ve kapılarda bulunan aksesuarların içerdiği anlamların da en az mimari yapı ve kullanılan malzemeler kadar önemli olduğuna anlatmıştı. Kapılardaki tokmakların evde oturan ailenin ekonomik durumuna göre şekil aldığını belirtmiş, "El şeklinde, aslan figürlü, tunç madeninden döküm yapılmış tokmaklar zengin ailelerin kapılarında daha sık görülürken, daha basit ve çarşıdaki demirciler tarafından hazırlanan tokmakların da orta halli ailelerin kapılarında görüldüğünü belirtmişti… Dar gelirli ailelerin kapılarında her iki kanadının birleştiği yerde, evde yokuz anlamında ip bağlanacak veya kilit asılacak birer halka olduğunu, zengin ailelerin kapılarında ise süslü tokmakların haricinde, gelen misafir için düşünülmüş¸ biri büyük, diğeri küçük iki halkanın bulunduğunu, küçük halka çalındığında yoldan geçen komşu veya tanıdık bir bayan misafir geldiğini,  büyük halka çalındığı zaman ise kapıyı bir erkek kişinin çaldığını, evin hanımı gerekli örtünmeyi yaptıktan sonra genellikle "Kimdi-Geldi" penceresinden bakarak gelen erkek misafirle konuştuğunu Hüseyin Abim ile sohbetimde öğrenmiştim…

KAPI HALKALARI VE KAPI TOKMAKLARI GEOMETRİK, BİTKİSEL VE FİGÜRLÜ OLMAK ÜZERE ÜÇ TÜRDEN ÖRNEK BARINDIRMAKTADIR…

Doç. Dr. Ömer Zaimoğlu ve Dr. Zülbiye Polat’ın “Antalya Kaleiçi Semti Evleri Kapı Tokmakları ve Özellikleri” konulu araştırma sonuçlarından; kapı halkaları ve tokmaklarının,   geometrik, bitkisel ve figürlü üç örneğinin yüzde 75’inin dövme tekniğiyle, yüzde  25’lik bölümünün de döküm tekniği kullanılarak yapıldığını en çok görülen şeklinin ise el şeklinde olan dökümden yapılan kapı tokmakları olduğunu öğrendim…

VE…

Türkiye’de yaratıcı fotoğrafçılığın uluslararası alanda ün kazanmış en önemli temsilcisi olan, dünyanın dört bir yanında yüzlerce sergi açan, onlarca kitabı yayınlanan, Winston Churchill’den Bertrand Russell’e, Salvador Dali’den Picasso’ya kadar birçok ünlünün fotoğrafını çeken onlarla röportajlar yapan ARA GÜLER ve onun aşık olduğu sessizliği ile çok şeyi anlatan, düne tanıklık etmiş, KALEİÇİ KAPI TOKMAKLARI bugün artık yok... O kapı tokmakları ARA ABİ’nin fotoğraflarında, ARA ABİ de kalplerimizde yaşıyor… Şakir Eczacıbaşı ve değerli Ağabeyim Erkan Peker’i de rahmetle anıyorum.. Üç yakın dost Kaleiçi’nde yastıktan kaçıp, gökyüzünde buluştular… Mekanları cennet, ruhları şad olsun…