Hayatın hayhuyu içinde kendime bir yer açmak için kendi içimde bir serüvene girişmek zorunda olduğumu fark ettiğim o an. İşte tam da o anda hayatın size sunduklarıyla yetinmenizi fısıldayan o sesi duydum. Bu ses, benim çocukluğumdan getirdiğim geleneksel olanın ses bulmuş hali olan ebeveyn kimliğimden başka bir şey değil. Peki niye çıkamıyorum bu sesin içinden veya her çıkmak istediğimde paçalarımdan tutan kim?
Hani hep deriz ya, tam yapacağım beni engelliyorlar diye. Farkına var artık sevgili dost. Seni kimsenin engellediği yok. En büyük engel sensin. En büyük engeli kendi önünde sen oluşturuyorsun. Ah bir çekilsen önünden neler neler yapacaksın da. Kolay mı ki bu, dediğini duyar gibi oluyorum. Bize bu ebeveyn kimliğimizin yaptığını hiçbir şey yapamaz desem. Dedim gitti hatta. Nedir bu ebeveyn kimliğimiz bu kadar yakamızdan düşmeyen. Tabi böyle anlattığıma bakmayın faydası de çok hayatımıza.
Hayatın içinde edindiğimiz birçok farklı kimlik var aslında. Ama doğduğumuz andan itibaren geliştirmeye başladığımız üç temel kimlikten bahsedelim size. En masum gibi görünen çocuk kimliğimiz. Bize yaşam sevinci veren, tepkilerimizi ortaya çıkaran, aynı bir çocuk gibi duygularımızı yaşamamızı sağlayan kimliğimiz. Enerjimizi, o masum bakışlarımızı devam ettirmemizi sağlayan. Hani bakarsınız toplum içinde enerjik, neşeli, gülmeyi seven, oda dolusu kahkaha atan, duygularını rahatça yaşayan, aynı zamanda küsen, alınan, kırılan, tavır yapan… İşte o bizim çocuk benliğimiz. Yer yer bizi aynı çocukluğumuzdaki gibi tepki vermeye iten. Yaşam sevincimiz. Tabi hep bu benlikte kalmayı tercih edenler için oldukça zorlayıcı. Neden mi? Düşünsenize önemli kararlar vermeniz gerekiyor ama siz başka şeylere takılıyor, dağılıyor, alınıyor, küsüyor ve bilyelerinizi alıp gidiyorsunuz. Böyle bir durumda hayatınızı zorlaştıran bir kimliğe dönüşüyor. O yüzden yeri ve ortamı olduğunda bu kimliğimiz bize hayat enerjisi sağlarken doğru olmayan yerde maalesef ayak bağı oluyor.
Merak duygumuzu kaybetmememizi sağlayan bu çocuk benliğimizle yapacaklarımızın sınırı yok. Yani söylemem o ki çocuk benliğinizi hiç kaybetmeyin sadece doğru yerde ortaya çıkmasına izin verin. Ve tabi ki yazımızın konusu olan ebeveyn kimliğimiz. Ne oluyorsa burada oluyor bence. önceleri bizim her şeyi kolayca öğrenmemizi sağlayan bu kimliğimiz sonra da kurallarımızın bekçisi haline dönüşüveriyor. Düşünsenize doğduğunuz andan itibaren hiçbir şeyi kendiniz öğrenmek zorunda kalmıyorsunuz. Size bir kaşığı nasıl kullanmanız gerektiğinden tutun da çorabı nasıl giyeceğinizi, nasıl konuşacağınızı, nasıl yıkanacağınızı, neyi nasıl kullanacağınızı sizden önce keşfedilmiş her şeyi öğreniyorsunuz. Amerika’yı yeniden keşfetmek zorunda değilsiniz. Ama durun keşke bu kadarla kalsa. Davranış kalıplarını da öğreniyorsunuz. Tabi ki öğrenelim öğrenelim ama kendimizden önceki neslin analarımızın babalarımızın dedelerimizin de kalıpları bonus olarak geliyor. Her şeyi koşulsuz öğrenmeyi kabul etmiş minik güzel beynimiz bu bilgileri de hoop atıyor heybesine. Bunu alayım bunu almayayım deme şansımız yok. Çünkü henüz küçüğüz ve bilgiye açız. Sonra ne mi oluyor, söyleyeyim. Nur topu gibi dolu dolu bir ebeveyn kimliğiniz oluşuyor. Her şeye bir fikriniz var ama fikir sizin değil. Hayatın nasıl akması gerektiğine dair düşünceleriniz var ama size ait değil. İşin fenası ise bunlar bizim küçüklüğümüzde öğrendiklerimiz olduğu için bize ait zannediyoruz. Keskin bir savunucu oluyoruz. Esas sıkıntı ise çelişkilerle başlıyor. Siz büyüdükçe yetişkin kimliğiniz de devreye giriyor. Düşünen, sorgulayan. Analiz eden kısmınız bu bilgilerle yer yer çelişki yaşadığında kalakalıyorsunuz. Bir davranış değişimi meydana gelse de o ta içinizden gelen hoyrat ses bir kıpırtıda ortaya çıkmaya hazır bekliyor. Hafızamıza kazınan geleneksel bakış açısından kurtulmak öyle kolay olmuyor. Peki geleneksellik kötü mü dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Bir insanın geleneklerine bağlı kalması kötü değil tabi ki. Ama hiç değişmeyecek dönüşmeyecek doğrular olarak kabul etmek bizi zorlayan kısmı. Geleneklerimizi yaşatalım bugünde işimize yarıyorsa, hala bir güzelliği, faydası varsa. Ama bizi ilerletmeyen tam tersine bizim hayatımızı zorlayan düşünce kalıplarından özgürleşmemizde çok fayda var. Çünkü hayat ileriye akan bir nehir. Ve önünde durmanın hiçbir faydası yok. Özellikle de psikolojimize.
Estik, yağdık, gürledik, durulduk. Ne mi oldu? Esip yağdığımızla kaldık. Gürlediğimizle yorulduk. Yorulduk hem de çok sırtımızdaki yüklerden. Ne mi olduk? 21. yüzyılın çok bağıran, anlamsızca mücadele eden, neyin peşinden koştuğumuzu algılayamayan yorgun insanına dönüştük. Ve ne mi olduk? Annemiz olduk, babamız olduk, dedemiz olduk. Bir arpa boyu yol gidemeyen düşüncelerine sahip çıkamayan insan olduk.
Esti yağdık gürledik…