Çocuklarımız çocukluğumuzun arka bahçesi mi? Bugünkü yazıma bir soruyla başlamak istedim. Düşünün ve cevaplarınızı verin. Yaşadıklarımızı çocuklarımıza da yaşatıyor muyuz ve bunun ne kadar farkındayız? Biliyorum tam üç soru oldu. Belki de hiç düşünmek istemediğimiz ama farkında olmadan yaşam senaryolarımızın içinde olan çocukluğumuz. Kimi zaman arkasına sığındığımız kimi zaman da görmezden geldiğimiz, hayatımızın en sihirli yılları.
Hayatımız çocukluğumuzda saklı desem size. Peki çocukluğumuzu bir arka bahçe haline getirmeden önce ne hissettiğinizi hatırlıyor musunuz? O ilk an. Annenizin kucağında olduğunuz o ilk sevecen an. Gözlerinde sevgiyi gördüğünüz ve hep orada kalmak istediğiniz o yer. Hatırlamadığınızı düşünebilirsiniz ancak bedenlerimiz her şeyi kaydeder. Siz mutlu bir çocukluk geçirirken o hep kayıttadır. İleriki yaşlarınızda hatırlayacağınız ya da duyumsayacağınız her şeyi kayıt altına alır. Ama olumsuz duygularımızı da saklar.
Anneniz belki çok yoğun bir kadındı. Sürekli çalışmak zorundaydı. Ve sizi ancak doyurma saatlerinde kucağına alabiliyordu. Çok fazla vakit geçiremezdiniz. Belki de kardeşleriniz çoktu ve ilgiyi az az bölüşmek zorundaydınız. Siz büyüdünüz. Sevgiyi nasıl alıp verirsiniz sizce? Bir denge kurmanız her zaman mümkün olmayabilir.
Belki de otoritenin yoğun olduğu yanlışın sürekli cezalandırıldığı bir evde büyüdünüz. Her hareketinizi ölçüp tartarak yapmak zorunda kaldınız. Bir aferini hak etmek için kendi isteklerinizden, kendi benliğinizden çıktınız. Siz büyüdünüz. Kendinizle aranız nasıl? Mükemmeliyetçi misiniz? Kendinize karşı sert misiniz ya da başka insanlara? Bedenimiz o kadar çok bu duyguyu kaydetmiştir ki siz de hayata çok eleştirel bakan, hiç yetinmeyen, mükemmel olmak için uğraşan yapamayacağını anlayınca erteleyen birine dönüşmüş olabilirsiniz.
Belki de çok dayak yediniz. Kendilerine hakim olamayan her türlü bahaneyle şiddet uygulayan ebeveynleriniz vardı. Kendinizi hiç tamamlanmış hissedemediniz. Kendinizi yok sayıp bu dayaklardan kaçmanın bir yolunu bulmaya çalıştınız hep. Bazen başarılı oldunuz ama çoğu zaman değil. Anne babayla ilişkimizi hep iyi tutmamızı ne yaparlarsa yapsınlar onları affetmemiz gerektiğine dair kocaman bir söylem var önümüzde. Bunu yapmaya çalışırken bedenimizin pek çok rahatsızlıkla bize karşılık verdiğini görebilirsiniz. Biz neyin doğru olduğunu tam bilemesek de bedenimiz biliyor. Siz büyüdüğünüzde belki de sadece koşullu sevmeyi bilen ancak çok iyi, çok fedakar, hep gayret gösteren taraf olduğunuzda sevilebileceğinize dair bir algıya sahip olacaksınız.
Anne babamızla bütün teması kesmek ya da kesmemek. Temel düşünce bu değil. Ayrılık sürecini biz, çocukluktan yetişkinliğe geçerken içimizde yaşıyoruz. Önemli olan, ilişkimiz devam edecekse neyi kabul edip neyi kabul etmeyeceğimizi fark etmek. Bunu kendi içimizde netleştirmek, bizim ne yaşadığımızı da daha rahat görmemizi sağlayacaktır.
Çocukluğumuzdaki yaralar, değişim yönünde karar verdikten ve kendilerine saygı duymaya başladıktan sonra iyileşebilir ancak. İçimizdeki çocuğun beklentilerinden kurtulduğumuzda kendimizi daha iyi hale getirebiliriz.
Ebeveynlerimiz de kendiliğinden değişmez siz onları anlayıp bağışladınız diye. Ancak kendileri isterlerse değişebilirler. Değişim yolculuğu herkesin kendine özeldir. Ne kadar değişmemiz gerektiğine yalnızca biz karar verebiliriz.
Çocuklukta yaşadıklarımızı inkar ettiğimiz sürece ruh ve beden sağlığı açısından bunun bedelini ödeyecek kişiler olacaktır. Çoğu zaman da bu kişinin çocukları.
Çocukluğumuz. Hayatımızın en kıymetli dönemi. Güzel hatırlanmaya ihtiyaç duyulan bir dönem. Arka bahçelerimiz. Görünmüyor diye bu bahçe, hep dağınık kalmak zorunda değil. Kalmamalı da. Hayat devam ettiği sürece orada dinlenmek isteyeceğimiz zamanlar olacak. Kim istemez ki arka bahçesine koşa koşa gitmek.