Değerli Dostlar! Cumanız mübarek olsun. Türk milletinin yüz akı, Aziz Sancar Hocamız diyor ki ; “Nobel almak tabi çok güzel, uzun ince bir yol, zor ve güzel bir yol Nobel yolu. ... Bu Türk pulundaki şekil, ders kitaplarında da var. Bu alanda çalışan çocuklarımız görecek ve “ bunu bir Türk yaptı “ diyecekler, bu Nobel kadar önemlidir. Bu tatmin kâfidir. ... Hem DNA onarımı hem de biyolojik saatteki çalışmalarımın insanlığa çok büyük yararı olacağına inanıyorum ... Nobel Ödülü olarak kazandığı 350bin doların bir bölümünü Nobel Madalyasının replikaları için, geriye kalan miktarı da ABD’deki Türk evi için kullandığını , Türk öğrenci ve akademisyenlere hizmet vereceğini açıkladı. ... Herkesin yakın zekaya sahip olduğunu, başarının yalnız zekayla değil asıl çalışmakla elde edilebileceğini vurgulayan Sancar, “ O bakımdan gençlere tavsiyem, gözünüzü seveyim çok çalışın. ” Özellikle bilimde başka ülkeleri yenelim. Onları yenmek için bilim yapmamız lazım. ... Kendisini sadece ailesinin değil, doğduğu yer olan Savur’un ve Türkiye’nin büyüttüğü, öğretmenlerinin yetiştirdiğini dile getiren Sancar, “O bakımdan buradaki yetkililerden özel dileğim öğretmenlerimizi çok destekleyin, öğretmenlerimizin maaşını artırın ... Sizi o kadar ve bugünlere getiren ailenize ve memleketinize büyük borcunuz var. Her ne yapıyorsanız çok çalışın ve borcunuzu ödemeye çalışın. ... Tarihimi ve milletimi de çok seviyorum.” Prof. Dr. Aziz Sancar

PROF.DR.AZİZ SANCAR’IN KENDİ KALEMİNDEN YAŞAM ÖYKÜSÜ:

“... Kayıt Yazım - İkili Onarım; Yunus Emre Destanı 1985 ve 1987’de Philip Hanawolt iş arkadaşlarının bildirdiğine göre kayıt yazım insan hücrelerinde ve E.Coli’deki nükleotit inzisyon onarımını güçlü bir şekilde tetiklediği anlaşılmıştı. Önerilerine göre; hasarlı bölgede bekletilmiş RNA polimerazı hata tanımının oranını yükseltiyordu ki bu da inzisyon oran limitleme başlangıcıydı. Bu modeli laboratuvarda arındırılmış E. Coli proteinlerini incelerken test ettik ve RNA prolimerazının hız keser ve onarılamayacak seviyede hasar aldığını bulduk. Bundan başka bir faktörün hız kesmemiş RNA polimerazını fark ettiğini; bunu zararlı bölgeden çıkardığını ve aynı zamanda zarara uğramış ekzisyon birşeimini kolaylaştırdığını anladık. Bu özelliğin farkına vardık ve ona TRFC ( Transcription Repair Coupling Factor) ismini verdik. TRCF’in ilk olarak Evelyn Witkin tarafından 1956’da keşfedilen MDF geninin ürünü olduğunu, bu arındırılmış TRCF RNA polimerazı ve ABC egzisyon nükleazislerinin vitrodaki transkripsiyon-eşli onarımların düzenlendiğini göstererek yolumuza devam ettik. Bu işimizi anlatan makalemizi bugüne kadarki en keyif verici, hem bilimsel hem biçimsel yönden en estetik eserimiz olarak düşünüyorum. Bir hipotez yarattık. Bunu test edecek gerekli denekleri elde ettik ve hipotezin doğru olduğunu bulduk. Bu süreçte 30 yıllık bir gizemi çözdük. (Değişim Sıklığının Azalması) Bu yazı detaylı yazılmış, problemleri az ve öz olarak anlatmış, deneysel sonuçları da az ve öz olarak anlatmayı içermektedir. Bilgi; net ve kesin, model de test zamanına kadar durdu. Araştırmam hakkında meraklı olan Türk meslektaşlarım için bunun “ Benim Yunus Emre Destanım” olduğunu söylüyorum. Çünkü Yunus Emre 14. yüzyılda yaşamış İngilizler için Chaucer neyse Türkler için de kendisi olan mutasavvıf bir şairdir ve her Türk, Yunus Emre’nin kendi alanında başardığı mükemmeliyetin peşindedir. İnsanlardaki Eksizyon Onarımı: İkili insizyon 2(sadece benim ve Allah’ın Bildiği);Yılın Molekülü 1987’de dikkatimi 20 yıldır anlaşılmaz olarak bekleyen nükleotit eksizyon onarımının insan vücudundaki mekanizmasına çektim. Reaksiyon mekanizmasını anlamak için biyokimyasal bir yaklaşım izlemeye karar verdik. Özellikle de en önemli soru olarak gördüğümüz konuya odaklandık: İnsan hücreleri eksizyon için bir UV endonükleaz / eksonükleosizinden yararlanır mı yoksa E.Coli’de bulduğumuza benzer bir çiftli inzisyon mekanizması mı var? 5 yıl boyunca çok sayıda sistem denedik, hücre tiplerini gözlemledik, farklı hücre köklerine farklı türden özgenillere baktık fakat cevap bulamadık. Nihayet, 8 Kasım 1991’de çıkarıp atılmış oligonükleotidler bulduk, ikili insizyon tarafından salgılanmış 27 – mer (nominal 30 mer) idi. Mekanizma ikili insizyonlardan oluşuyordu fakat ikili insizyonlar E.Coli’den farklıydı. Bu keşif araştırma kariyerimin en önemli adımlarından bir tanesiydi. 27 – mer’i ilk gördüğümde Gwen’e “Sadece Tanrının ve benim bildiğim insanlar hakkında önemli biyokimyasal bir gerçek var”. İkili insizyon reaksiyonu için önemli olan proteinleri izole ederek ve arındırarak, laboratuvarda tamamen arındırılmış bileşenlerden reaksiyonu tekrar oluşturarak, bu keşfi daha detaylı bir şekilde araştırdık. TCR mekanizmasının aydınlatılmasıyla beraber bu işimiz 1994 yılında Science dergisi tarafından “ DNA Onarımının Yılın Molekülü” olarak seçilmesinde önemli rol oynadı. Bu durum için, tıpkı daha sonra yapacakları olan bir düzine çalışmaları gibi; Paul Modrich ve Philip Hanawolt’a saygıdeğer laborantlarımız tarafından ortaya konan DNA onarım alanındaki heyecan verici buluşlarını özetlemeleri istendi. İnsan Genomunun Onarım Haritası : Piri Reis Haritası İnsanlardaki ikili inzisyonların keşfinden sonra insan hücrelerindeki kesilip atılmış oligomerlerin kaderini anlamak istedik fakat radyasyona maruz kalmış insan hücrelerinden 30-mer’i izole etmekte başarısız olduk. Laboratuvarda insan eksizyon onarımını anlamaya çalışırken geçen 20 yıl, canlılarda üretilen 30-mer’i sonunda bulduk. Bu da, insan genomundaki her bir nükleotiti haritalandırmamıza olanak sağladı. Coğrafik anlamda, bu onarım haritası onarım dağlarını, vadilerini ve kanyonlarını, yüksek, ortalama ve düşük ya da onarımsız bölgelerle karşılık olarak fazlasını anlamamıza yardımcı olacak gibi ve kemoterapiyi geliştirecek uygulamalara sahip olabilir. Şahsen bu son 10 yıldaki laboratuvarımın en memnun edici başarısı ve Türk meslektaşlarıma bunu “ Piri Reis Haritası” olarak anlatmaktayım. Piri Reis, dönemindeki diğer kartografların rekabet edemeyeceği bir doğruluk seviyesinde Dünya haritasını çıkaran ilk amiral ve kartograf idi. Türkler tarafından “ İslami Bilim” denilen altın çağın son en büyük bilimcisi olarak bilinen uzman bir bilimci olarak saygı görür. Bu sonucu gösteren yazımı yolladıktan sonra Peru’ya bir konferansa giderken Gwen’e “ Eğer uçağım Ant dağlarına çarpar ve ölürsem, mutlu bir insan olarak öleceğim” dedim. DNA Hasar Kontrol Noktası Hücreler DNA hasarına, onları onararak, hücre döngü sürecini kitlemek için sinyal transdiksiyonlarını aktif ederek, transkripsiyon profilini değiştirerek, apoptiz başlatarak karşılık verir. Bu reaksiyonlar, hücresel homoestoz için önemlidir ve birçok araştırmacı tarafından detaylı bir şekilde incelenmiştir. Ancak keşfedilen fenomenlerin doğası gereği apoptizler haricinde bu süreçleri biyokimyasal analizi kısıtlı kalmıştır. Bu genel görüşle, kontrol noktası aktivasyonunun biyokimyasını arttırmak için DNA onarımındaki tecrübelerimizi kullanmaya karar verdik. Son 15 yıl içinde UVhasarı tarafında aktive edilen DNA hasar kontrol noktasının biyokimyasına büyük katkılarda bulunduk. Sinyal yolundaki önemli adımları yakalayan birkaç laboratuvar sistemi geliştirdik. Muhtemelen konuyla alakalı en psikolojik başarımız tamamıyla tanımlanmış bir sistemde DNA hasar kontrol noktasıyla insan nükleotit eksizyonunu birleştirmek oldu. Ben, bu işi minimalist bir laboratuvar sistemindeki kompleks hücresel fenomeni açıklamayı hedefleyen indirgemeci biyokimyasal araştırmacılığındaki en üst iş olarak görüyorum. Sikotron ve Günlük Saat Fotoliyaz, biyolojik dünyada evrensel olarak dağıtılmış değildir ve onun insanlardaki varlığı 1958’de bakterdideki keşfinden sonra 35 yıl boyunca tartışmalara yol açmıştır. 1993’de bu konuyla ilgili yorucu bir çalışma başlattık ve insanlarda fotoliyaz olmadığına dair bir makale yayımladık. Bu sonuç, hem siklobutan tip, primidin dimerini onaran klasik fotoliyaza hem de T. Todo tarafından keşfedilen primidin (6-4) primidin eklentilerini onaran diğer fotoliyaz tiplerine uygulandı. Daha sonra 1995’te, insan Genetik bilimleri, insan DNA’larının birçok sayıdaki sıra düzenini yayımladı ve bunlar arasında fotoliyaz homolog da listelendi. Bütün gen için DNA’yı acil bir şekilde elde ettik ve hemen sonrasında fotoliyaza benzer yüksek aralıklı ikinci bir geni keşfettik. İki geni de klonlayıp açıkladıktan sonra, yeniden oluşan proteinlerin de, proteinleri kodlayan hücrelerin de, iki türde de fotoliyaz aktivitesi göstermediğini bulduk. Bu sonuçlarla hala ne yapmamız gerektiğine karar vermeye çalışıyorduk. 1996 Mayıs ayında Türkiye’ye bir ziyaretten dönerken Dr. Williams Schwartz tarafından uçak dergisinde yayımlanan bir jetlag ve günlük saat hakkında bir makale okudum. En çok ilgimi çeken şey ise; mavi ışık tarafından (fotoliyaz kromofor tarafından emilen dalga boylarına benzer olan) gerçekleşen saat ayarlaması ve bazı kör fare ve insanlarda sirkadiyen saatinin yine de ışığa cevap verdiğini çünkü “sirkadiyen görsel sistemi” anatomik ve psikolojik olarak görüntü oluşturan görsellik sisteminden uzaktır. Bu yazıyı okuduktan sonra belki de önceden bulmuş olduğumuz insan fotoliyaz klonlarının mavi ışığı algılayan saat proteinleri olabileceğini düşündüm. Bu konuyu iş arkadaşlarımla tartıştım ve fotoliyazın sıklık sırasına benzeyen açık mavi renkteki, mavi ışığa duyarlı olan flavoproteine benzeyen şekilde CRY1 ve CRY2 (sitokrin) isimlerini vermemiz gerektiğini söyledim. Bu işi anlatan yazım Kasım 1996’da Biochemistry dergisinde yayımlandı ve görünüşe göre bütün sirkodiyen saat topluluğunun dikkatinden kaçtı. Bu iddiayı test etmek için sirkadyan saat ve nörolojik bilim hakkında acil bir şekilde bilgi edinmek için araştırmalara başladım. 1997’nin sonunda sirkadyan ritimin bu saat için kritik olan iki yerde bulunduğunu gösterdik: Retinanın hücre tabakası şişliğinde ve farede de insanda da bu saatin nörolojik merkezi olan, beyindeki üst kiyozmik çekirdeğin (SCN) hücre tabakasında kısmen CRY1 mRNA ; SCN’deki günlük ritmikliğin çoğunun yüksek olduğunu gösterdi. Bu; PNAS’da memelilerin CRY’lerinin sirkadyen fotoreseptör olduklarını iddia eden yazımız için yeterli kanıtlara sahipti. Fikrimizi kanıtlamak için flavoprotein genlerindeki mutasyonların zamanı yendiğini göstermemiz gerekiyordu. Flavoproteinin iki değişkenini tasarladık ve Joseph Takahashi adlı meslektaşımız laboratuvarda testettiği zaman ise, açıkça görünüyordu ki, zamanın ışığa yaptığı hassasiyeti etkileyen değişken aynı zamanda zifiri karanlıkta, zaman üzerinde de etkisi oluyordu. Sonuç olarak vardığımız kanı ise flavoprotein 2 hem ışığa dayalı hem de ışıktan bağımsız olarak zaman üzerinde etkisi oluyordu. Aynı zamanda, flavoproteinin biyolojik saat üzerinde olan potansiyel rolü üzerinde olan araştırmamız homolog flavoprotein; drosophilanın tanımına imkân vermişti ve bir ışıl duyarlılığı çoğunlukla azaltılmış bir flavoprotein drosophila değişkenini ayırt edebildik. Çalışmamız, “ Arabidopsi flavoprotein değişkenlerinin tekrar değerlendirilmesine sonuç vermiş ve bitki biyologlarının yaptığı deneyler gösterdi ki flavoprotein arabidopsilerin de biyolojik saatini etkiliyordu. Değişken flavoprotein fare çalışmamız ve dropsophila ve arabidopsi çalışmalarımız birer hafta ara ile basıldı. Bu ve alan üzerinde önemli gelişmeler, biyolojik saat tezi “ Yılın Molekülü” adlı bilim dergisinde 1998 yılında 2. olarak seçildi. Sonrasında 1999’da T.Todo ve J.S.Takahashi ve Hollandalı ve Japon meslektaşımızdan oluşan grubumuz flavoproteinlerde değişken farelerimizi kusurlu yapmış ve artık işleyen bir biyolojik saatlerinin olmadığını bulmuşlardı. Alanda çok hızlı ilerlemeler oldu ve 2000 yılında bu modelde flavoproteinin mantıklı ve detaylı bir saat modeli vardı. Bu alan yazımda ve çeviride geri dönüşüm döngüleri yaratan bir saat devresinin, alan yazım bastırıcısı idi. Yakın tarihte bulunan kanıtlar gösteriyordu ki flavoprotein genel olarak ayırt edilmedikçe fotoreseptörü çalışmayan memelilerde baskılayıcı oluyorken drosophilada ise ilk devam eden fotoreseptör oluyordu. Biyolojik düzen proteini olarak bulunan flavoprotein bana yüksek derecede minnettarlık ve bambaşka bir alan olan DNA onarımı çalışmamı birçok farklı iş arkadaşı edinmemi ve yeni bir düşünme tarzını sağlamış, böylece kişisel bir tatmin edinmiştim. Tam Daire 15 yıldır, memelilerin sirkadyan saatindeki CRY’nin katıldığı mekanizma ve onun drosophiladaki fotoreseptör fonksiyonu üzerinde çalışıyoruz. Bu çalışma, sirkadyan saatinin farelerdeki eksizyon onarımını düzenlediğini ve ışığın korsinogenezinin bir sirkadyan düzeneği göstermiş olduğunu fark ettik. Şu anda insanlardaki onarımın sirkadyan etkisini ve kimyasal tedavi perhizlerine bu bilginin uygulanmasını potansiyel sonuçları üzerinde çalışıyoruz. Sonuç: Bana öğrenme değerini ve güçlü bir etik anlayışını aşılayan ebeveynlere sahip olma şansını elde ettim. Savur’daki ilkokul öğretmenlerimden, Mardin’deki lisemdeki, İstanbul’daki Tıp okulumdaki, Teksas ve New Haven’deki yükseköğrenimimdeki öğretmenlerime kadar hep mükemmel öğretmenlerden ders alma şansını elde ettim. Sevgileri için aileme teşekkür ederim. Diğer bir deyişle, danışmanlarımdan biri olan “Aziz, o olmadan bunları başaramazdın” dediğim eşim Gwen’e desteği ve sevgisi için minnettarım. Hayatıma neşe katıp, beni genç hissettiren vaftiz kızım Rose Peifer’e teşekkürlerimi sunarım.” Demektedir. “Niyet Hayır Akıbet Hayır” olur. İnşallah. Kalın sağlıcakla...