Modern Rusya’nın temelleri büyük namiyle de bilinen Deli Petro tarafından atılmıştır. Rusya’da Petro’nun çar olarak tahta geçtiği 17. yüzyılın sonundan itibaren büyük bir devlet olma adına modernleşme yoluna girildi. Petro, çar olduktan sonra, kalabalık bir grup içinde gizli kimlikle katıldığı Avrupa gezisinde Hollanda’da tersanelerde çalışmış ve modern bir donanma kurmak için gemi yapım tekniklerini bizzat öğrenmiştir. Onun Batılı uzmanları ülkesinde istihdam ederek yaptıkları, Rusya’nın çok geniş bir coğrafyada hakimiyet kurmasını sağlamıştır. 18. Yüzyılın başından itibaren Rusya’yı yönetenler buldukları her fırsatta Türk topraklarına saldırdılar. Rusya toprakları; doğu, batı ve güney yönünde çok geniş bir alana yayılmıştır. Simon Sebag Montefiore, Romanovlar adlı önemli eserinde şunları yazıyor: “Romanovların tahta çıkmasından sonra, Rusya İmparatorluğu günde 142 kilometrekare yâni yılda yaklaşık 51.000 kilometrekare büyüdü. 19. yüzyılın sonuna varıldığında, bu hanedan yeryüzünün altıda birine hükmediyordu ve üstelik hâlâ yayılıyordu.” Rusya’nın ilhak ettiği topraklarda yaşayan ve Rusların yönetiminde yaşamak istemeyen insanlar, topraklarını terk ederek göç yollarına düştüler. Kırım’ın 1783’te Ruslar tarafından ilhakı ile çok sayıda Kırım Türkü, başta Dobruca olmak üzere Türk topraklarına göç etti. Önemli sosyal bilimcilerimizden Kemal Karpat’ın da memleketi olan Dobruca da Romanya tarafından ilhak edildikten sonra Kırım Türkleri Anadolu yollarına düştüler. Bugün Kırım hâlâ Rus işgali altında ve milyonlarca Kırım kökenli Türk başta Eskişehir olmak üzere Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde yaşıyor. Ayrıca 1856’da Kırım Savaşı ve 93 Harbi sonrasında, Kafkasya’nın ve Balkanların Ruslar ya da onların güdümünde hareket edenler tarafından işgaliyle başta Çerkesler olmak üzere milyonlarca insan vatanlarından, topraklarından sürgün edildi. Yüzyıllarca Osmanlı hakimiyetinde yaşayan ve Rusların kışkırtmalarının tesiri ile ayaklanan Yunanlıların, Sırpların ve Bulgarların hayat hakkı tanımadığı insanlar için de Anadolu, güven içinde yaşamak için yegâne yer oldu. Bilhassa son 200 yıldır Anadolu topraklarının etnik yapısının teşekkül etmesinde Rus yayılmacılığının çok önemli bir tesire sahip olduğu muhakkaktır. Anadolu toprakları tarihte sadece Kırım’da ya da başka bölgelerde yaşayan Türkler ve diğer Müslüman halklar için sığınak olmadı. Günümüzden 105 sene önce Rusya’da yaşanan Bolşevik devrimi sonrasında, Kızıl Ordu karşısında yer alan çarlık yanlısı Beyaz Ordu mensupları ve onlara bağlı sivil halktan yaklaşık 200 bin Rus, İngiltere ve Fransa’nın da desteği ile 1920 yılında Kırım üzerinden gemilerle İstanbul’a taşındılar. Genç Türkiye Cumhuriyeti bu insanlara sahip çıkmıştır. Svetlana Uturgauri’nin “Boğaz’daki Beyaz Ruslar 1919-1929” başlıklı eseri, bu konuyu ele alan başlıca eserlerden biri olarak ilgilileri tarafından okunabilir. O yıllarda İstanbul’daki bilhassa da Beyoğlu’ndaki hayat hiç olmadığı kadar renklenmiştir. Beyaz Ordu’nun karşısında yer alan Kızıl Ordu’nun kurucusu ve Bolşevik rejiminin en önemli isimlerinden biri olan Lev Troçki ise Stalin’in üstünü çizmesinden dolayı Rusya’dan sürgün edildi ve daha önce sürgününe sebep olduğu çarlık rejimi yanlısı Rusların Türkiye’den ayrılma sürecinde, 12 Şubat 1929’da Bolşevik devriminin önderi Lenin’in adını taşıyan bir gemiyle Türkiye’ye gelerek Büyükada’ya yerleşti. Türkiye’de öldürülme korkusu içinde yaşıyordu ve bir an önce gitmek istiyordu. Akıbeti de düşündüğü gibi oldu. Bulgaria adlı gemiyle, Stalin’in emriyle öldürüleceği Meksika’ya gitmek üzere 17 Temmuz 1933’te Türkiye’den ayrıldı. 1991’de Sovyetleri Birliği dağıldı. Yönetenlerinin keyfi uygulamalarının George Orwell’ın Hayvan Çiftliği adlı hiciv romanına da konu olduğu zulüm düzen iyıkıldı. Lenin ve Stalin heykelleri altında titreyerek selam duran halklar, bu heykelleri ayakları altına almaya başladılar. O heykellerden biri de -muhtemelen Odessa’dan- Karadeniz’e atılmış ve sürüklenerek 1993’te Düzce’nin Akçakoca ilçesinin sahiline kadar gelmişti. Heykeli gören insanlar önce kime ait olduğunu anlamadılar. Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmiş genç bir muhacir kızı Lenin’i tanıyordu ve teşhis etti. “Hoşgeldin Lenin” adlı belgesele ve “Sen, Ben, Lenin” adlı filme konu olan heykel bugün kayıplara karışmış durumda. Zulmü ile maruf bir devlet adamının heykelinin Karadeniz’deki yolculuğunun, Ruslar tarafından sürgüne zorlanan milyonlarca insanın acılarına şahitlik eden bir yolda gerçekleşmesi tarihin kara ironilerinden biri olsa gerek…