Bundan tam 4 yıl önce haber için gittiğim Zonguldak’ta fark ettim ki, televizyonda anlatılandan daha zor bir hayatları var madenci abilerimin… Saat bilmeksizin uzun ve kapkaranlık bir güne başlarken, baretlerindeki sarı ışık aydınlatıyor onların dünyasını. Kimisinin gecesi yok kimisinin gündüzü. Hem güneşi de pek fazla tanımıyorlar. Her gün yerin yüzlerce metre altında zor bir yaşam mücadelesi içinde buluyorlar kendilerini. Ancak ne olursa olsun siyaha boyanmış yüzlerinde sımsıcak bir tebessüm ve ağızlarında içten bir ‘şükür’ bulmak her zaman mümkün… 

Peki, biz bu emektarlara gereken değeri verebiliyor muyuz?

Ne yazık ki hayır!

Soma’da yaşanan facianın üzerinden neredeyse bir yıl geçti. 301 madencinin yaşamını yitirdiği talihsiz olayın ardından yaşanan acılar hala ilk günkü kadar sıcak ve can sıkıcı. Amacım yaşanan o kömür karası günü tekrar hatırlatmak değil kesinlikle. Dikkat çekmek istediğim şey, geçen koca yılda değişenin ne olduğu? Ne olayın sorumluları hala bir ceza aldı ne de devletimizin madencilere yönelik izlediği politika değişti…

Hayatını kaybeden madencilerin eşleri hala fotoğraflara bakıp bakıp ağlarken, hala çocukları boynu bükük okula giderken, adaletin tecelli etmemesi ya da hala madenlerimizdeki yaşam odasının zorunlu olmayışı koca bir utanç tablosundan başka bir şey değil maalesef!

Keşke acılardan ders çıkarabilen bir millet olabilsek ve bir kez yaşadığımız olayı bir daha yaşamamayı öğrensek. İşte, o gün geleceğe daha umutla bakabilecek ve daha güzel şeyler konuşuyor olacağız bu ülkede. Bunu başarabilmenin tek yolu ise daha eğitimli bir toplum yetiştirebilmekte.

Evine ekmek parası götürebilmek için girdiği madende yaşamını yitiren tüm madencilerimizi saygı ve rahmetle anıyorum.

13 Mayıs’ın tekrar yaşanmaması ümidiyle…

Madencilerimize sahip çıkalım…