Doğayla tarihin iç içe geçtiği, deniz kokusunun zeytin dallarıyla harmanlandığı bir ada düşünün… Ege’nin karşı kıyısında, güneşin usulca düştüğü, zamanın yavaşladığı, kalbinizle nefes aldığınız bir yer: Samos Adası. Hem yakınlığı hem de kendine has atmosferiyle kısa ama dolu dolu bir tatil arayanlar için ideal bir rota.
Kuşadası’ndan sadece bir saatlik feribot yolculuğu ile ulaşılabilen bu Yunan adasında, mavinin bin bir tonu gözlerinize; zeytinyağının, deniz ürünlerinin ve kekik kokusunun karışımı ise ruhunuza iyi geliyor. Samos, ziyaretçilerine yalnızca manzara değil, adeta bir yaşam biçimi sunuyor.
Bu ada, yalnızca doğal güzellikleriyle değil, aynı zamanda köklü tarihiyle de büyülüyor. Antik çağlardan kalma tapınaklar, Bizans kiliseleri ve Osmanlı izleriyle her adımda geçmişin izlerini sürmek mümkün.
Dönüş için aynı gün saat 17.00’deki feribotu tercih ettim. Günübirlik bir rota olmasına rağmen, yaşattığı yoğun hisler ve tatlar uzun süre kalacak kadar güçlü.
Pythagoras Meydanı’ndaki kafelerden birinde mola veriyoruz. Şık sunumlar, sade lezzetler ve ücretsiz ikram edilen cam şişe sulardaki incelik, adanın misafirperverliğini gösteriyor.
Antik Sisam’ın kalıntıları arasında yer alan Eupalinos Tüneli, Roma dönemine ait kalıntılar ve Pythagoras’ın izleri adeta tarihle buluşturuyor bizi. Pythagorion yalnızca tarihiyle değil, güzelliğiyle de büyüleyici: beyaz-mavi evler, sardunyalarla süslenmiş pencereler, sakin sokak arası kafeler, adeta yaşayan bir tablo gibi.
Bu masalsı adaya veda ederken, aklımda tek bir kelime kalıyor:
Kalimera!

Ege’nin serin sularında bir cennet
Türkiye kıyılarından yalnızca 16 kilometre uzaklıkta, Doğu Ege Denizi’nin berrak sularına uzanan Samos (diğer adlarıyla Sisam ya da Susam), Sakız Adası’nın güneyinde, Patmos’un kuzeyinde, Dilek Yarımadası’nın hemen karşısında yer alıyor. Yaklaşık 200 kilometrelik kıyı şeridi, 40 kadar küçük köyü ve iki görkemli dağı Ampelos ve Kerkis.
Yolculuk başlıyor: Kuşadası’ndan Vathy’ye
Benim Samos yolculuğum, Kuşadası’nda bir gece konakladıktan sonra sabah saat 09.00’da hareket eden feribot seyahatim ile başlıyor. Yaklaşık bir saatlik huzurlu bir deniz yolculuğuyla adanın başkenti Vathy’ye ulaştırıyor beni. Deniz rüzgarının saçlarımı okşadığı, martıların eşlik ettiği bu kısa sefer bile başlı başına bir meditasyon gibi.

Vathy: Sessiz, sade ve samimi
Vathy, küçük bir liman kenti olmasına rağmen zarif detayları ve dingin atmosferiyle insanın içine işliyor. Sahil boyunca sıralanmış kafe ve restoranlar, günün her saatinde ayrı bir güzellik sunuyor. Bir sokak arkasına geçince ise karşınıza çıkan canlı alışveriş caddesi sizi şaşırtıyor. Renkli evler, taş sokaklar, mütevazı müzeler ve kiliseler… Hepsi bir arada, dengeli ve abartısız.
Bir antik miras: Pythagorion
Vaktimiz sınırlı olduğu için, rotayı hızlıca UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Pythagorion’a çeviriyoruz. Taksiyle ulaşım kolay, ücretler sabit ve bilgilendirme panolarıyla şeffaf bir şekilde sunulmuş.
Ege’nin tabağa yansıyan lezzeti
Samos, yalnızca görsel değil, damak tadı açısından da baş döndürücü. Deniz kenarındaki bir tavernada, güneş yavaş yavaş batarken ızgara ahtapot, kalamar ve yöresel otlarla hazırlanmış mezeler eşliğinde adanın lezzetlerini keşfediyoruz. Zeytinyağı, kekik ve deniz tuzu… Her lokma, Ege mutfağının saf halini yansıtıyor.Küçük bir veda, büyük bir iz
Taksiciyle önceden sözleştiğimiz saatte tekrar Vathy Limanı’na dönüyoruz. Güneş, Ege’ye veda ederken feribot yavaşça limandan ayrılıyor. Samos’un zarif sadeliği, lezzetli sofraları, sessiz sokakları ve tarihle yoğrulmuş atmosferi hâlâ aklımda.



