İklim krizinin giderek büyümesi nedeniyle fazla uzak olmayan bir gelecekte Türkiye’de kıyıları suların yükselmesi, iç ve dağlık kesimleri ise kuraklığın etkilemesi bekleniyor.
Antalya da bu olumsuz değişimden en çok etkilenecek bölgeler arasında.
Şu anda dahi iklimsel nedenlerle tüm denizlerdeki oksijenin azalması, Akdeniz’e yaşanan balık göçünü doğurdu, denizanaları sürüler halinde Antalya’ya doğru geliyor.
Yüzbinlerce denizanasının Antalya’ya gelmesinin turizme vuracağı darbe bir yana, ölen deniz analarının da ciddi bir kirliliğe neden olacağı belirtiliyor.
Elbette iklimsel sorunlar bu kadarla kalmayacak.

Dünyanın en yetkin iklim kurumu raporu açıklandı
Dünya’nın iklim bilimi konusunda en yetkin kurumu olan İsviçre merkezli hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli iklim değişikliğinin okyanuslar ve kriyosfere (yeryüzündeki buzullar) etkilerini inceleyen özel raporunu yayımladı. Rapor, iklim değişikliğinin, gezegenin buz tabakaları, buzullar, permafrost, buz sahanlığı ve kar örtüsü gibi donmuş alanlara etkisinin yanı sıra emisyonların hızla azaltılmadığı durumda bu bölgelerde neler olabileceğini inceliyor ve son derece çarpıcı verileri içeriyor.
Dağlarda ve denizlerde olumsuz gelişmeler yaşanacak
Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 195 ülke tarafından onaylanan IPCC, bu raporunda sera gazı emisyonlarındaki artış sebebiyle gezegenin okyanusları, buzulları ve kar örtüsünde hızla artan değişimleri tespit etti. Rapor, emisyonların hızla azaltılmadığı durumda, bu yüzyılın sonunda deniz seviyesinde yükselme, dağ buzullarında çöküş, denizel yaşamda önemli kayıplar ve şiddetli siklonlarda artış gibi sonuçlar öngörüyor. Raporun Türkiye’ye yönelik etkilerini değerlendiren uzmanlar, kıyı kesimlerinin yükselen su seviyeleri nedeniyle risk altında kalacağını, iç ve dağlık kesimlerin ise azalma eğiliminde olan kar örtüsü nedeniyle iklim değişikliğinin etkileriyle baş başa kalacağını kaydediyor. Rapor 36 farklı ülkeden 104 yazar ve yayımcının katkısıyla yaklaşık 7000 bilimsel çalışmayı değerlendirerek hazırlandı. Rapora göre okyanuslar geçen yüzyıldan 10 kat daha yükselecek. Emisyonların artmaya devam etmesi durumunda ise buzullar kütlelerinin üçte birinden fazlasını kaybedecek. Bu durum insanların tatlı suya erişimini de olumsuz etkileyecek. 2100 itibarıyla bazı dağlar üzerindeki buzulların yüzde 80’i kaybolabilir, birçok buzul ise tamamen yok olabilir.
Denizler asidik hale geliyor
Dünyanın okyanus, buz ve kar örtüsü iklim değişikliğine bağlı olarak değişiyor. Grönland ve Antartika buz tabakası yılda 400 milyar tondan fazla suyu okyanusa bırakmak suretiyle eriyor. Arktik’in karla kaplı bölgesi yaz aylarında her on yılda yüzde 13 oranında küçülüyor. Ayrıca deniz suyu bir yandan oksijen kaybına uğrayıp daha asidik hale gelirken denizde yaşanan sıcaklık dalgaları iki kat daha sıklaştı, sıcaklaştı ve iki kat daha uzun sürüyor. Okyanus sıcaklığının artış hızı 20.yüzyılın sonlarından beri ikiye katlandı.Okyanus canlıları yüzde 15 azalacak
Yusuf Yavuz’un haberine göre, deniz yaşamı halihazırda okyanusların ısınmasından olumsuz etkileniyor. Emisyonlar azaltılırsa oluşan hasarı sınırlamak mümkün. Deniz canlıları yaşam alanlarını yılda 5 km gibi bir hızda değiştirirken, okyanusların ısınması ve aşırı avlanma da balık popülasyonlarını düşürdü. Emisyonların azaltılmaması yüzyıl sonuna kadar tüm dünyada okyanuslarda yaşayan hayvanların yüzde 15 azalmasına ve balık avlama potansiyelinin yüzde 24 düşmesine yol açabilir.
Yılda 400 milyar ton su okyanuslara karışıyor
Okyanustaki değişim, aşırı hava olaylarını tetikliyor ve emisyonlar azaltılmazsa durum daha da kötüleşecek. İnsan kaynaklı emisyonların bir sonucu olarak kasırgalar şimdiden daha şiddetli yağış, daha güçlü rüzgâr ve daha yüksek deniz seviyelerine sebep oluyor. Emisyonların artmasıyla birlikte bu etkilerin daha da kötüleşmesi ve fırtına dalgalarıyla özellikle deniz seviyelerindeki yükselmenin daha da artması bekleniyor. Küresel ölçekte şiddetli yağış ve kuraklığa neden olan Pasifik Okyanusu’ndaki sıra dışı yüzey sıcaklıklarını betimleyen El Niño ve La Niña’nın etkilerinin çok daha ciddileşeceği düşünülüyor. Kar ve buz örtüsünün kaybı Dünya’nın sıcağı yansıtma özelliğini de azaltarak ısınmayı artırıyor. Arktik deniz buzu her on yılda yüzde 13 küçülüyor ve küresel ısınma 2°C’yi bulursa bazı yaz mevsimlerinde tamamen yok olması bekleniyor. Emisyonların hızlıca azaltılması riskleri büyük ölçüde azaltabilecekken, iklim değişikliği konusunda harekete geçmemenin bedeli bu yüzyıl sonuna kadar çok hızlı ve ağır olabilir.
Türkiye’de tarım için su problemi doğabilir
IPCC’nin Değişen İklimde Okyanuslar ve Kriyosfer raporunu Türkiye açısından değerlendiren uzmanlar da önemli uyarılarda bulundu. İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü’nde doktorasını tamamlayan ve şu an Oslo Üniversitesi’nde araştırmacı olarak çalışan Dr. Yeliz A. Yılmaz IPCC raporunun Türkiye için olası etkilerini şu sözlerle değerlendirdi: “Türkiye'nin kıyı kesimleri yükselen su seviyeleri nedeniyle risk altındayken, iç ve dağlık kesimleri ise azalma eğiliminde olan kar örtüsü nedeniyle iklim değişikliğinin etkileri ile yüzleşebilir. Dağlarda tutulan kar ve buz örtüsü bahar döneminde eriyerek nehirleri besler ve ekosistemler için hayati önem taşır. Öngörülen sıcaklık artışı ve yağış rejimindeki düzensizlikler sebebiyle, yarı kurak bölgelerdeki tarımsal sulama uygulamaları için su temininde problemler yaşanabilir. Keza hidroelektrik üretiminin de bu değişkenlikten etkilenmesi kaçınılmazdır. Su kaynaklarının azalması özellikle Türkiye'nin doğu ve güneydoğu bölgelerindeki sınır aşan suların diğer ülkelerle paylaşılması ile alakalı geçmiştekilere benzer potansiyel anlaşmazlıkların çözümünü daha da zorlaştırabilir. Bu kötüye giden tabloyu değiştirmenin yolu ise fosil yakıt kullanımını durdurmak, emisyonları hızla azaltmak, az tüketmek ve sürdürülebilir kalkınma modellerini uygulamaktan geçiyor.”
Denizlerimizin gizli kahramanları
İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü’nden Dr. Noyan Yılmaz ise deniz ve kıyı bölgelerin yüksek karbon tutma potansiyeline değinerek IPCC raporunu Türkiye özelinde değerlendirerek şunları dile getirdi: “Denizler, tuz bataklıkları, deniz çayırları, su basar ormanlar, dalyanlar ve benzeri mavi karbon ekosistemleri olarak adlandırılan kıyısal alanlar, atmosferdeki karbonu tutma ve saklama konusunda ormanlardan 40 kat daha hızlılar. İklim değişikliğine sanayileşme ve yapılaşma baskısı da eklenince bu alanların özelliklerini yitirmesi başka birçok soruna davetiye çıkarıyor.Akdeniz, Karadeniz, Marmara ve Ege’de oksijen azalıyor
İklim değişikliğiyle denizlerin daha sıcak ve asidik hale gelmesi; derin deşarj, aşırı gübre kullanımı, kıyı erozyonu gibi etkilerle birleşince Marmara Denizi başta olmak üzere denizlerimizde oksijen hızla azalıyor. Isınma ayrıca istilacı türlerin yayılımını hızlandırıyor. Akdeniz ve Güney Ege kıyılarımızda istilacı türler ekonomik olarak önemli yerel türlerimizin yerini çoktan aldı. Ekosistemdeki bozulma aşırı balıkçılık ile birleştiğinde balıklardan boşalan alanı denizanası türlerinin doldurduğunu görüyoruz ve bu geri dönüşü oldukça zor olan bir değişim. Günümüzde artık bu kadar bilimsel kanıt sunulmuşken iklim değişikliğini sınırlamak için fosil yakıtların kullanımını azaltmayı değil, bir adım ötesine geçerek iklimdeki bozulmayı yavaşlatmak için ne gibi önlemler almamız gerektiğini konuşuyor olmamız lazım.”
Büyük şehirlerimizde taşkın riskleri var
Tüm dünyayı etkisi altına alacak olan iklim değişikliğinin Türkiye üzerindeki olası etkileri arasında buzulların erimesinden kaynaklanan deniz seviyesindeki yükselmenin kıyı şeridindeki başlıca kentleri tehdit etmesi ilk sıralarda yer alıyor. Kıyı şeridi uzunluğu 8 bin kilometreden fazla olan Türkiye’deki kıyı yerleşimlerinin yüksek dalgaların ve taşkınların tehdidiyle karşı karşıya kalması bekleniyor. Yapılan bir araştırmaya göre İstanbul ve İzmir'de deniz seviyesinin 50 cm yükselmesi durumunda yaklaşık 250 bin kişinin taşkınlara maruz kalacağı öngörülüyor. İnsan kaynaklı karbon emisyonlarının artması durumunda İstanbul’un bu yüzyılın sonunda deniz seviyesindeki artış sebebiyle yılda 9,8 milyar dolarlık maliyetle, Avrupa’daki en yüksek finansal zarara uğrayacak kent olacağı tahmin ediliyor. İzmir’in ise 5,7 milyar dolar ile Avrupa'da en yüksek zarara uğrayacak üçüncü kent olması bekleniyor.