Öz Türkçe’ ye olan hayranlığım eski dillere de zaman zaman göz atmamı sağlıyor. Son günlerde kendime yeni bir kelime buldum. Şapka devrimiyle Türkiye’de farklı modelleriyle başımızın tacı olan şapkaları oldum olası sevdiğimden midir nedir. Kelimelerle yaptığım dansta da en çok şapkalı harflerin bana eşlik etmesinden büyük keyif alıyorum. Bu yeni oyuncağımı size takdim ederken çocuklar gibi şenleniyorum. Buyurun efenim huzurlarınızda: “Tekâmül”. Olgunlaşma, gelişim, evrim gibi anlamları olan tekâmül, İslami bir terim aslında. ‘Kamil’ ve ‘kemal’ sözcükleriyle aynı kökten gelmesi ona ayrı bir sakinlik vermiş. El öpenleriniz çok olsun tekâmül de sizi tanıdığı için çok mutlu. Şapkasının olması okunuşuna da bir zarafet katar diye düşünseniz de istediğiniz kadar tekrar edin tekâmül o “ka” sesinden vazgeçemeyecek bilginize…

Gelelim tekâmülle olan bu flörtümüze… Kendisiyle tanışmam oldukça zaman alsa da tanıştıktan sonra ona nasıl ayak uyduracağımı hala çözmüş değilim. Çoğu zaman karşıdan karşıya geçerken süratle gelen araçlar bana çarpmasın diye sıkı sıkı tutar elimi. Bazen sözünü dinlemediğim için küsse de sanırım devri daim olana dek de bu yol arkadaşlığını eksik etmeyecek bendenizden. Azıcık şanslı mıyım ne!

Evrim piramidinin sadece minik bir kemiği olan insanoğlu, çok şeritli akan trafikte kusursuzca karşıya geçeceğini sanıyor hep. Kimi zaman çarpışan arabaları uzaktan izliyor, çoğu kez de altında eziliyor. Ama genelde dönüp de aynaya bakmıyor. Oysa tekâmül ile tanışmak eğriyi doğrudan az da olsa ayırt edebilmekle başlıyor. Bilgiyi ve hoş görüyü kılavuz etmekle, merhametli ve paylaşımcı olmakla devam ediyor. Elbette önce kendi içindeki kusurlarla, sonra bilgisizliğinle yüzleşerek…

Toplum olarak ne yazık ki hep EN olmak istiyoruz. En güzel, en zengin, en akıllı, en sevgili… Tekâmülle tanışmadan nasıl olacaksa? Kestirmeden Nirvana’ya nasıl ulaşılır ki... Okumak diyetine harfi harfine uyan nesiller yetişirken, dur diyemediğimiz adaletsizlik zaman çemberinden akıp giderken… Canımız dediğimiz akrabalarımız toprak derdiyle birbirini çiğ çiğ yerken, makam aşkıyla hak edenleri işinden edip, niteliksizlere bedavadan ekmek verirken, içi boş, başvurusu pahalı sınavlarla geleceği kurmaya çalışırken, vicdana sus deyip para hırsına şarkı söyletirken… Sevmeyi bilmez, şefkati tatmaz, fedakârlığı enayilik görürken…

Hamken pişmeden, çiğ et yemem derken…  Tekâmül ile tanışmadan nasıl Hakka yürüyeceğiz daha fazla? Az zaman kalmadı mı? Elimizi çabuk mu tutsak yoksa! Kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçerken bir elimizi tekâmüle teslim etsek fena mı olur? Güzel mi güzel o EN istediğimize giderken hem de ne güzel olur var ya!

Bizim tekâmül içindeki “ka” sesine rağmen ne ince bir şarkının adı olmuş ki inceden inceye bizi Hakka götürür:

“Kulluğum hakka aittir

Haktan gelen kula gidendir

Gidenler gelenlere söylesin”.