İsrail, Suriye’ye yönelik saldırılarını sadece askeri operasyonlarla sınırlı tutmuyor; artık siyasi söylemleriyle de doğrudan Türkiye’yi hedef alıyor. Gideon Saar’ın “Türkiye, Suriye’yi himayesi altına almak istiyor. Bunu kabul edemeyiz” açıklaması, gerilimin arka planındaki asıl korkuyu gün yüzüne çıkarıyor: Türkiye’nin Suriye ile stratejik bir yakınlaşma ihtimali.
Bu yakınlaşma, yıllardır vekâlet savaşlarıyla bölgede üstünlük kuran İsrail için gerçek bir tehdit anlamına gelir. Çünkü bugüne kadar İsrail’in karşısında düzensiz milis güçler, altyapısı zayıf direniş ağları ve uluslararası kamuoyu desteğinden yoksun halklar vardı. Ancak Türkiye’nin teknolojik üstünlüğüyle desteklenen, yıllardır sahada savaşarak tecrübe kazanmış bir Suriye ordusu, bu ezberi bozar. İsrail ilk kez profesyonel, disiplinli ve donanımlı bir ordu ile savaşma riskiyle karşı karşıya kalabilir.

İsrail’in bu gerilimi tırmandırma arzusu, elindeki Gazze modeliyle dünyayı tekrar kandırabileceğine olan güveninden kaynaklanıyor. Medyayı yönlendirebileceğini, ABD’nin desteğini her koşulda arkasında bulacağını ve uluslararası tepkileri susturabileceğini düşünüyor. Ancak unuttuğu şey şu: Bu kez karşısında sadece kendi toprağını savunan bir halk değil, bölgesel dengeleri yeniden kurmaya aday iki devlet duruyor.
Türkiye sessiz. Ama bu sessizlik bir zayıflık değil; stratejik bir sükûnet. Çünkü Türkiye konuşmaz, icraat yapar. Diplomatik düzlemde çatışmadan uzak durarak ama sahada askeri pozisyonunu güçlendirerek ilerleyen bir irade, İsrail’in planlarını boşa çıkarmaya hazırlanıyor. Ve eğer bu hazırlık, Suriye ile örtülü bir eşgüdüme dönüşürse, İsrail için bu defa sadece bir cephe değil, tarihin kapısı da açılmış olur: Sonu olan bir savaşın kapısı.
İsrail’in karşısında artık füzelerle tehdit eden ama vurmayan İran yok. Karşısında, karar veren, uygulayan ve asla geri çekilmeyen bir irade beliriyor. Bu sefer gerçekten kaybedebilir. Ve belki de, işte tam bu yüzden, asıl savaş şimdi başlıyor.
