Antalya’nın dününü ve de dünkü canlı değerlerini anlatırken, onlarla söyleşiler yaparken Sevgili Hüseyin Seymen Abim “dünkü tarihe” sahip çıkanları unuttuğumu düşünerek “ Sayın Kayhan Dörtlük'den randevu aldım, 27.11.2013 günü saat 10.30'da gidiyoruz” deyince, oldukça heyecanlandım…
Kayhan Bey’i 17 yıl Antalya Müze Müdürlüğü yaptığı dönemden şahsen tanıyordum… İlk defa karşı karşıya gelecektim… Bugüne kadar birçok arkeolojik kazı çalışmasında bulunmuş, birçoğuna başkanlık yapmış, 1995 yılından beri de Suna – İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü Kurucu Müdürlüğünü sürdürmekte idi… Yayınlanmış birçok kitabı ve de makaleleri vardı…
Odasına girdiğimde beyninde, ruhunda, teninin her hücresinde, tarihin tüm gizemini barındırdığına inandığım bir bilgenin, gösterdiği mütevazılık ve de geçmişe kafa tutan dinçliği karşısında oldukça etkilenmiştim…
Hatırladığım kadarı ile Antalya Müze Müdürlüğü görevini yaparken, uzun bir süre vekaleten “Antalya Kültür ve Turizm Müdürlüğü” görevini de üslenmişti… Dönemin valisi ve de bakanına “Turizmin başkenti olmaya aday bir şehirde, nasıl bu görevi sürdürebilirim? Ben bir arkeoloğum, bir müzeciyim… Beni affedin, kendi görevime döneyim ” demiş ama yine de dört yıl süre ile bu görevi yapmak durumunda kalmıştı…
Bu defa, Kayhan Abimin anlatımıyla tarih dile gelip konuşacaktı…
Elimde fotoğraf makinesini görünce,“ Kaleiçi’ni fotoğraf makinesi olmadan gezemiyorum..” deyiverdim… Kayhan Abim, bu hassasiyetim karşısında çok güzel örnekler sundu…

KALEİÇİ'NİN RUHUNU GERİ GETİREMEYİZ…
“Turizm Müdürlüğü Binası Kaleiçi’nde Mermerli'de idi… Alt katında da Turizm Danışma Ofisi açılmıştı… Müdürlük Kaleiçi’nden taşınalı yaklaşık yirmi yıl oldu. Ancak o günlerde, turisti buraya yönlendirmek üzere dikilen “Tourism İnformation” levhası, kırık dökük hali ve olanca mahcupluğuyla yerinde yeller esen Danışma’ yı işaret etmeyi sürdürüyordu… Bana göre öncelikle Kaleiçi’nde böyle ne kadar absürd, ne kadar olumsuz, çirkin görüntü var ise belgeleyip zaman zaman sergilemenin yararı var… Sevgili Timurtaş Onan, “Kaleiçi Satılık” diye bir fotoğraf sergisi yapmıştı… Kaleiçi’nde “Satılık” levhası bulunan ev sayısı bir dönem o kadar fazla idi ki, sanatçı gözüyle bundan kendine çarpıcı eleştirel bir tema oluşturabildi. Başarılı bir sergi olmuştu… Bu çirkinliklerin üzerine gitmezsek, görmezden gelirsek ya da umursamazsak alışkın gözlerle güzellikleri unutur bir daha da yakalayamayız…”
KESİK MİNARENİN ANAHTARINI ZOR BULDUM…
“Hatırlıyorum. 1996’da Kesik Minarenin durumu yine içler acısı idi… Belki bir katkıları olabilir düşüncesiyle Suna ve İnan Kıraç’ı bir fırsatla buraya götürmek istedim. Anıt eserin kapı anahtarlarını güçlükle bulmuştuk ama içerisinden de birkaç kamyon çöpünü boşaltmak zorunda kalmıştık. Suna Hanım konuyu ciddiye aldı. Eserin hızla kurtarılması adına belli bir süre için bir protokolle Vehbi Koç Vakfı’na devri talep edildi. Önerimiz, korumaya yönelik bir restorasyonun ardından, “Açık Hava Müzesi” olarak ziyarete açılmasıydı. Bir yığın yazışmalar görüşmelerin ardından bu istek çeşitli gerekçelerle ret edildi… “HADRİANUS KAPISI İÇİN VERİLEN MÜCADELE…
“Hadrian Kapısı ile ilgili, bir proje ürettik… Sağlı sollu iki kuleyi restore edip, bir müze, bir sanat galerisi gibi Antalya ya kazandırılmasını amaçlıyorduk… Uzun süre resmi muhatabını bile bulamamıştık, çok mücadele ettik ama netice yine sıfır…” O kadar dertli ve de haklı idi ki Kayhan Bey, daha sonraları bu çalışmadan esinlenerek, Antalya Ticaret Odası’nın benzer bir girişimi de oldu, sanıyorum bu proje de diğerleri gibi, herhangi bir raf da bekliyordur…KIRAÇ AİLESİNİN KALEİÇİ'NE İLK ADIMI…
“İnan Bey, 1991 yılında Kaleiçi’ndeki, Aya Yorgi Kilisesini sahiplerinden satın alıyor. Bu eseri, eşine doğum günü armağanı olarak sunarken yazdığı mektupta ‘Tek arzum, bu Allah’ın evinin bundan böyle senin adını taşıyan bir müzeye dönüşmesidir’ diyor. İşte Suna-İnan Kıraç Kaleiçi Müzesinin kuruluş hikayesi budur… Bu mektup, her şeyin hem başı hem de özüdür ve bir kurum böyle doğmuştur… Bu gün müzenin bir teşhir salonu olarak kullanılan Aya Yorgi Kilisesi Antalya’nın yakın tarihi ve etnografyası bağlamında çok önem ve değer taşır. Antalya turizminin prestij noktalarından biridir…” 1920’li yıllardaki nüfus mübadelesinin ardından cemaatini tümüyle kaybeden ve uzun süre depo amaçlı kullanılan kilise, bu süreç içinde bazı eklentilerle harap bir hale gelmiş, özgün ahşap elemanlarını kaybetmiştir… İyi ki Sayın İnan Kıraç burayı satın almış… Antalya da bir kültürün ayağa kalkmasının, kültürün enstitü ile buluşmasının temelini atmış… Kayhan Bey anlatırken aklıma Jean Jacques Rousseau nun bir sözü geldi “Tarih okuyana, kendi gözünün görme derecesine yol gösteren bir kılavuzdur…” Kılavuz iyi olunca, çizilen yol da eksiksiz oluyor… Tabii ki, aynı iradeyi gösterebilen, aynı yolu gören kurum ve de kuruluşlarla…
AKDENİZ MEDENİYETLERİ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ (AKMED) KURULUYOR…
“Kıraç ailesi, Antalya’nın geleceğinde arkeolojinin yadsınamaz değerini ve yükselişini gördüğünde, 1996 yılında “Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü” kurulmuştur… Böylesine zengin bir arkeoloji cennetinde Güneşin, kumun yetmeyeceğini, kültürün, arkeolojinin turizmin vazgeçilmez sermayesi haline geleceğini kavrıyorlar… Türkiye’nin bu tarihe kadar milli bir araştırma arkeoloji enstitüsü olmamıştır… Oysa Ankara da İngiliz, İstanbul da Alman, Fransa, İsveç ve de Hollanda Araştırma Enstitüleri çoktan vardır… Antalya’da yapılan, Türkiye’deki tarih ve arkeoloji odaklı ilk özel araştırma enstitüdür…”AKDENİZ MEDENİYETLERİ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ'NÜN ÇALIŞMALARI…
“Çalışmalarımız Fethiye den, Antakya ya kadar uzanan bizim Anadolu Akdeniz’i dediğimiz bir coğrafyayı kapsıyor. Pergelin ucu Antalya da, ancak çizilen daireler zamanla daha geniş bir coğrafyaya uzanacak. Kurulduğumuzdan beri bu saydığım bölgede 144 adet arkeolojik kazı ve araştırmaya parasal destek vermişiz… 44 yüksek lisans, 74 doktora projesini desteklemişiz, bu büyük bir rakam. Bursiyerlerimiz zaman içinde üniversitelerin arkeoloji bölümlerinde görev aldığında ya da bilimsel bir araştırmaya imza attığında bundan biz de gurur duyuyorsunuz şüphesiz…”ENSTİTÜ KÜTÜPHANE DEMEKTİR, KİTAP DEMEKTİR…
“Bu coğrafya ile ilgili 24.000 adet kitaba sahibiz…Bunun yanında çok sayıda değerli arşivlerimiz var. Araştırmacının ihtiyaç duyduğu her bilgiye ulaşmasını hedefliyoruz. Yeter ki birileri bilim yapsın… En büyük sermaye İnsan, eğitilmiş İnsan… Bir enstitünün olmazsa olmazlarından biri de bilimsel yayınlarıdır. Enstitümüzün en önemli projelerinden birisi ADALYA adıyla yıllık olarak çıkan indeksli dergidir ve 17. yaşına hazırlanmaktadır.