Zıvanadan çıkmak

25.09.2020 11:14

Sevgili okurlar TV 8’de “Kırmızı oda” adını taşıyan bir dizi yayınlanmaya başladı. Dr. Gülseren Budayıcıoğlu’nun psikiyatri kliniğine tedavi olmak için gelen hastaların gerçek hayat hikayelerinin anlatıldığı bu dizi toplumun her kesiminin dikkatini çekti. Çok ağır dram içeren bu dizide dikkat çeken bir diğer unsur ise hastalarla yapılan görüşme sırasında doktorun duygularını mimikleriyle ifade etmesiydi.

Geçen günlerde bir grup hakim- savcı ile yemeğe giden bir arkadaşım anlattı. Yemekte Kırmızı Oda adını taşıyan diziden bahsetmişler.  Psikiyatri doktorunun anlatılanlar karşısında duygularını mimikleriyle ifade etmesini eleştirmişler. 

Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Arif Verimli de sosyal medya hesabından bu tartışmaya katıldı. Prof. Dr. Verimli de dizideki doktorun mimiklerini kastederek “Hastalar bir şey anlatırken şu mimikleri yaparsam o görüşme/muayene omnipotensini ve yararını yitirebilir”  diye eleştiride bulundu. Prof. Dr. Verimli’nin bu beyanları ile yargı mensuplarının benzer eleştiride bulunmasına hiç şaşırmadım. 

Çünkü yargı mensupları da tıpkı psikiyatri doktorları gibi duygularını gizlerler. Sorgulama ve ifade alma işlemleri sırasında savcılar ve hakimler son derece ciddi bir tavır içinde hareket ederler. Yargı muhabirliği yaptığım dönemden bilirim.  Anlatılanlar karşısında ne düşündüklerini asla belli etmezler. Belki de bu yüzden gidenlere adliye koridorları soğuk gelir. Belki de  bu yüzden adliyeler, soğuk ve ruhsuz olarak nitelendirilir. 

Seyircileri ekranlara kilitleyen Kırmızı Oda'yı görünce bundan 7 yıl önce Antalya adliyesinde takip ettiğim bir dava gözlerimin önüne geldi. O davada kollarını zaman zaman jiletle kesip kendisine zarar veren bir kişiye verilen rapor yüzünden Antalya Eğitim Araştırma Hastanesi'nde görevli tam 16 doktor, ağır ceza mahkemesinde yargılanıyordu.

O tarihte Akşam Gazetesi’nde çalışıyordum. Doktorların yargılanmasına neden olay, vücudunu sürekli olarak jiletle kesip kendisine zarar veren 1969 doğumlu bir işçiye  2007 yılında 'Kronik psikopatik bozukluk' rahatsızlığı (Empati ve vicdan eksikliği ile karakterize olan bir kişilik bozukluğu) teşhisiyle bir rapor verilmesi neden olmuştu.  

Hastaneden aldığı raporla SGK’ya başvuran bu kişiye 1 Ağustos 2008'de malulen emeklilik maaşı bağlanmış. Ama Sağlık Bakanlığı müfettişleri rapora itiraz edip malulen emekli edilen kişiyi yeniden sağlık kontrolünden geçirilmesi için Akdeniz Üniversitesi'ne göndermişler. Akdeniz Üniversitesi ise bu kişiyi Manisa Akıl Hastanesi'ne sevk etmiş. Manisa’daki doktorlar bu kişinin özürlü değil, aksine sağlıklı olduğuna karar vermişler. Hastanın "Özürlülük oranının yüzde sıfır" olduğuna dair bir rapor düzenleyip göndermişler.

Bunun üzerine SGK, özürlülük oranı yüzde sıfır olan kişiye  'Kronik psikopatik bozukluk rahatsızlığı” tanısı koyup özürlü raporu vererek malulen emekli maaşı  bağlanmasına vesile oldukları gerekçesiyle  Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin 16 doktoru hakkında suç duyurusunda bulunmuş.  Ardından da bu doktorlar hakkında gerçeğe aykırı rapor düzenledikleri iddiasıyla Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açılmış.  

Antalya Eğitim Araştırma Hastanesinin doktorları suçlamaları kabul etmiyorlardı. Manisa’daki Akıl Hastanesinden verilen raporda ise tam tersi savunuluyordu. Mahkeme ise işin içinden çıkabilmek için o dönemde Akdeniz Üniversitesi Psikiyatri

Ana Bilim Dalında görevli  Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı bir öğretim üyesini bilirkişi olarak dinlemeye karar vermişti.

Kendine has bir üslubu olan  Mahkeme başkanı, davanın  karar duruşmasında bilirkişi olarak dinlenen Profesöre “Hocam anlat bakalım. Bir adamın zıvanadan çıkıp çıkmadığını nasıl anlarsınız?” diye sormuştu.  

O duruşmada bilirkişi olarak dinlenen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Profesör, kişilik bozuklukları olan hastaların hastalığının tanısı ve tedavilerinin zor olduğunu anlatmıştı. Antalya Eğitim Araştırma Hastanesi'nde 'Kronik psikopatik bozukluk rahatsızlığı' tanısı konulan bu kişinin kollarında jilet kesilerinin olduğuna da dikkat çeken bilirkişi öğretim üyesi, bu hastaların ilaç kullandığı dönemlerde sakinleşebileceğini, kullanmadığı dönemlerde ise hastalığın alevlenebileceğini anlatmıştı. 

Bu hastaların durumunun şizofreniden daha zor olduğunu anlatan bilirkişi öğretim üyesi, “Hem şizofreni, hem de kişilik bozukluğu ruh hastalığıdır. Her iki hastalık da belli zaman aralıklarında görülemeyebiliyor. Sosyal şifa dediğimiz dönemlerde bu hastaların sağlıklı olduğu sanılabilir. Bu hastalıkların tespiti çok uzun bir zaman gerektirir. Bazı hastalarda rahatsızlık şiddetlenerek artar. Bazı hastalarda hastalığın seyri olduğu gibi hayat boyu devam eder.  Bazı hastalarda ise bazı dönemlerde hasta şifa bulur ama sonra tekrar çıkar. Kişilik bozukluğu ise geçmez. Şizofreniye göre tedavisi  daha da zordur. Bu hastalara ancak uzun süre müşahade altında tutulduktan sonra rapor verilmelidir. Ancak Türkiye'de müşahadeye alınmada yetersizlik var" demişti.

Sanık avukatlarının  "Kurulda ruh sağlığı uzmanı olmayan doktorlar ruh hastalıkları konusunda doğru tanı koyabilir mi?" diye sorması üzerine  bu tür hastalıkların ancak psikiyatri uzmanlarınca teşhis edilebileceğini  söyleyen bilirkişi Profesör, "Bu tanıyı koyarken, hastanın aldığı ilaçların kesilmesi gerekir. Yani tanı konurken ilacın etkisiyle normale dönmüş bir hasta sağlıklı görünebilir” demişti. 

Bu beyanlardan sonra doktorların beraatine karar verilmişti. 

Verdikleri rapordan dolayı ağır cezalık olan doktorları, gerçek hikayelerden esinlenilerek çekilen dizileri dikkate aldığımızda bu tür hastalıkların tanısının da tedavisinin de çok zor olduğu anlaşılıyor. Ama en zorunu bu hastalıkları çekenler yaşıyor. 

Elbette insanların psikolojisi durup dururken bozulmuyor. İnsanlarla oturup konuştuğunuz zaman ne hikayeler, ne acılar ortaya çıkıyor.  Hayal kırıklığına uğradığı, çaresiz kaldığı,  üzüldüğü, acı çektiği zaman tutunacak bir dal bulamıyorsa insanlar, bazen farklı arayışlara ve de suçlara yönelebiliyor. Bu suçlar ise toplumsal sorunlara kadar uzanabiliyor. Her şey birbirini etkileyip tetikleyebiliyor. Bu nedenle ruh sağlığı çok önemli. Fakat Rahibe Teresa’nın dediği gibi; insanlar geçmişe üzülmekten, geleceği düşünmekten, bugünü yaşayamıyor.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorum Yap

Yazarın Diğer Yazıları