Yerine Koyamadıklarımız…

12.07.2022 22:16

Ortaokula Antalya Lisesi'nde beraber başladık… Her sabah ben Kaleiçi’nin dar sokaklarından geçip, Atatürk İlkokulu'nun köşesine gelirdim…

Şu anda TUDORKS ve Kaleiçi Meyhanesi'nin olduğu yer, Can’ların evi idi…

Rahmetli babamdan dinlediğim kadarı ile Can’ın babası rahmetli Avukat Enver Akcan, o zamanlar avukatları için bir abi bir hoca, tüm Antalya için de yedi-emindi…

Rahmetli annesi Ulviye teyze ise, tüm hanımlara bir abla olmasının yanında, aynı zamanda rahmetli, annem ile de akraba idi…

Can kardeşimle, ortaokulu takıntısız geçtik… Can bana göre daha parlak bir öğrenci idi…

Lise 2. sınıfta tarih hocamız rahmetli Hamit Baykal, futbola olan aşırı düşkünlüğümüz nedeni ile ikimizi ikmale bırakacağını söyleyince çok üzülmüştük…

ÜZÜNTÜMÜZ KARŞISINDA BİZE SON BİR ŞANS VERDİ…

O tarihlerde cumartesi günü yarım gün okul vardı… Saat 7.30'da ders başlar 10.30'da biterdi…

Hamit Hoca, nam-ı değer Hamido, Can ve beni bir cumartesi günü, dersten sonra sözlü sınav yapacağını, bunun son şansımız olduğunu söyledi…

Cumartesi günü boş bir sınıfta hocamızın karşısındaydık. Hoca kürsüde ayakta, dışarıda şiddetli bir yağmur olduğu için elinde şemsiye, bizlerde tahtanın önünde sınav heyecanı ile beklerken, “48 Can Akcan İstanbul’un birinci kuşatmasını anlat bakalım” diye ilk soruyu sordu…

Can. Sınavın da stresi ile birinci ve ikinci kuşatmaları birbiri ile karıştırıp, İstanbul’u ilk kuşatmada aldı…

İşte o anı görmenizi isterdim, Hamit Hocamız elinde ki şemsiyeyi bir mızrak gibi tutarak geldi ve Can’ın karnına dayadı, ısrarla sormaya başladı, “Aldık mı? Verdik mi? Aldık mı? Verdik mi?

Can şemsiyenin diğer ucundan ittirirken, sanırım yanan canının da etkisi ile cevap veriyordu, “Hocam almışta olabiliriz, vermişte” deyiverdi.

Ben ise ne yapacağını şaşırmış ve seyrettiğim sahnenin şaşkınlığı içerisindeyken, Hamit hoca noktayı koydu, “İkinizi de ikmale bıraktım…”

YAZ BOYUNCA BİRLİKTE TARİH ÇALIŞTIK…

Liseden sonra, Can Ankara Eczacılık, ben ise Gazi Eğitim Matematiği bitirdim…

Üniversiteler bitince Antalya’ya dönmüştük…

PİZZA PUB…

Sevgili Can, o dönemlerin en hareketli caddesi olan Konyaaltı Caddesi üzerinde, Barbaros Parkı'nın yanında, Yıldırım Apartmanı'nın altına çok değerli arkadaşlarım Şefik ve Vecihi Öz ile birlikte müthiş bir pub açtı…

Bende o dükkanın müdavimlerinden olmuştum…

Öğretmenlikten kalan zamanımın çoğunu arkadaşlarımın mekanında geçirirdim…

VE BANA İŞLETMEYİ BİRLİKTE YÜRÜTELİM TEKLİFİ GELDİ…

Sanırım en az kendileri kadar mekanda olduğumu görünce benimde yanlarında olmamı istemişlerdi.

Birlikte müthiş bir üç yıl geçirdik…

KOMŞULARIMIZ MUHTEŞEMDİ…

Nur içerisinde yatsın Nihat Abi, Develi Restoran ile Antalya tarihine imza attığı gibi, babacanlığı ile de yüreklerimize imza atmıştı…

Yan Komşumuz Özcan Giysi, diğer yanımızda berberimiz, üst katta ki komşularınız adeta büyük bir aile olmuştuk…

ANTALYA'DA HALA ÖYLE BİR MEKAN YOK…

1978, 79, 80, 81 yılları, gayet mütevazi bir Antalya…

En meşhur pastaneler, Büyük Pastane, Solmaz Cafe ve Palmiye Cafe…

Gençlik genelde buralara gidiyor ama kızlar ve erkekler ayrı ayrı oturuyor…

PİZA PUB AKŞAM 22.00'YE KADAR AÇIK BİR MEKAN…

Aileler, sanıyorum ki bizlere de duyduğu güvenden ötürü akşam kapanış saatine kadar oğullarının ve kızlarının, dükkanımızda oturmasına izin verirlerdi…

ÇALIŞAN EKİP ÇOK GENÇ BİR EKİP İDİ…

İçlerinden bazıları ilkokuldan sonra garsonluğa, komiliğe, aşçı yamaklığına soyunmuş, okulu rafa kaldırmışlardı…

Genç bir eğitimci olarak, ön bölümden Tevfik ve Cumali ile mutfaktan Ahmet’i ortaokula yazdırdım…

Okulda öğretmenleri, dükkanda abileri idim ama onlar bazen ikisini karıştırdıkları için araya komik yaşanmışlıklarda çıkıyordu…

ÜÇÜ DE SINIF ARKADAŞLARINDAN ÜÇ VEYA DÖRT YAŞ BÜYÜKTÜ…

Sorumluluk alsın diye Cumali’yi sınıf başkanı yapmıştım…

Daha ilk ders sınıfa girdim, sınıf ayağa kalktı, “Günaydın çocuklar, buyurun oturun…” dedim, sınıf oturdu, Cumali ayakta “Ne oldu Cumali?” deyice, “Bir şey yok Abi…” cevabı tüm sınıfı kahkahaya boğmuştu…

Gerek masumluğu, gerekse Cevat Kurtuluş'a benzeyen yüz ifadesi, sesinin inceliği ve duygusallığı ile sadece bizlerin değil tüm müşterilerimizin kalplerine taht kurmuştu Cumali…

BİRGÜN SERVİS YAPARKEN HANIM BİR MÜŞTERİMİZİN ÜZERİNE COLA’YI DÖKÜVERMİŞTİ…

Kasa’da kartal gibi oturan Vecihi Abimin gözünden bu durum kaçmamış, olayı da kurtarmak için “Oğlum dikkat etsene…” demişti…

Şef rahmetli Hamdi Tülü, “Vecihi bey yapma, ağlar şimdi…” deyince, dükkanın önünden arkasına kadar ağlayarak giden Cumali, o ağlamaklı sesi ile Şef Hamdi beye “Nereden aklıma getirdin, aklıma getirmeseydin ağlamayacaktım…” diye sitemde bulununca mağdur müşterimiz dahil, mekanda bulunan tüm müşteriler çok gülmüşlerdi…

GÜNDÜZLERİ BİRLİKTELİĞİMİZ AKŞAMLARI DA DEVAM EDERDİ…

İçimizde ilk evlenen Can olmuştu… Müthiş bir kız kardeş kazanmıştık.

Geç saatte dükkanı kapatmamıza rağmen, Sevgili Ferda akşam en sevdiğimiz yemekleri pişirir ve bizleri her akşam yemeğe davet ederdi…

Muhteşem bir ekiptik…

Rahmetli Necdet Kıvanç Abimizin de bizlere sevgi dolu, o babacan tavrı, sakallarını bir türlü kestiremediğimiz iddialı masa tenisi maçları, hayranı olduğu Özdemir Erdoğan şarkılarını bizlere sevdirmesi, yemek davetleri sonucu bir televizyon dizisinden etkilenerek kendisine “Koç” lakabını takmıştık…

KOÇ BİZE BİR ÖZDEMİR ERDOĞAN GECESİ YAPTI…

Necdet Abilerdeyiz, masada kuş sütü eksik, ana yemek ördek, fonda Özdemir Erdoğan, dışarıda korkunç bir hava şimşekler çakıyor, şiddetli yağmur yağıyor, Ferda Kardeşimin sancıları tutunca, ekip halinde yemeğe başlamadan soluğu Doktor Hilmi Şifa’nın Akdeniz Doğum Kliniğinde almıştık…

Heyecanla içeriden gelecek haberi beklerken elektrikler kesilmişti ve tesiste jeneratör yoktu…

İŞTE ÖYLE BİR KARANLIK GECE DE MİNİK CEREN AYDINLIKLARA DOĞDU…

Can kardeşim de baba olmanın bizlerde de amca olmanın müthiş sevinci vardı…

Daha sonra ki yıllarda artık farklı işlerde yapmak zorundaydık, çünkü dükkanın kazancı hepimiz ayrı yuvalar kurduğumuz taktirde bizlere yetmeyecekti…

ŞEFİK VE BEN İSTANBUL'A YERLEŞTİK…

Sonrasında da PizaPub kapanmıştı, Can Marina da bir dükkan açıp, hamburger ve pizza işine devam etti, sonra ki yıllarda sanayicilik denemesi oldu, esas mesleği eczacılık olduğu için Korkuteli’de eczane açtı…

ARADAN YILLAR GEÇTİ ANTOR A.Ş NİN KURULUŞU…

Şefik Antalya’ya dönmüş, ben ve Ercan Kerimoğlu İstanbul’da kalmıştık…

1998 yılında İstanbul’dan Antalya’ya geçici bir süre için gelmiştim… Bir akşam yemeğinde tüm arkadaşlar karar verdik, “Hep birlikte bir iş kuralım” diye…

Menderes Türel, Şefik Öz, Ercan Kerimoğlu, Ahmet Zaman, Muammer Bingöl, Raşit Berberberoğlu, Hüseyin Gültekin, Hakan Zaman, Ziya Ozan, Nafiz Tanır ve ben ANTOR A.Ş. adı altında bir şirket kurduk…

ANTOR’un açılımı Antalyalı Turizm Ortakları idi…

ANTALYALI’NIN EN GÜZEL YANI SEVDİKLERİNE LAKAP TAKMASIDIR…

O akşam masada olmayan ve bu ortaklığa almayı unuttuğumuz arkadaşlarımız, bizlere “Antalyalı Motorlar şirket kurdular…”diye lakap takmıştı…

Hayat dostlarla ve onların esprileri ile güzel…

ANTOR, YENİ AÇILMIŞ OLAN BEACH PARK’TA BEŞ PLAJ KİRALADI…

Plajlara, falezlerde bulunan eski tarihi plajların isimlerini verdik, Deliktaş, Kipronos, Hamitbey,  Urunkuş, Adalar…

İşin başında eski bir dostumuz olan Ahmet Alev vardı…

Plajlarda, bir yıl içerisinde yaşanan büyük İstanbul Depreminin ve de Apo’nun yakalanmasının turizme yansıyan olumsuz etkileri nedeni ile büyük zarar ettik…

Kışlık bir mekan arayışı içesindeyken, Kaleiçi’nde AYAR Meyhaneyi açtık… Sevgili Zeki Özen’den kiraladığımız mekanın alt katını rahmetli Noter Emin, CABBAR olarak işletiyordu…

KALEİÇİ’NDE CUBA BAR…

ANTOR bu defa Hıdırlık Kulesinin tam arkasında, eski ANTARES BAR’ın olduğu yeri kiralayıp CUBA BAR olarak açtı…

Tabii zaman içersin de hepimizin kendi işleri ağır basınca, ANTOR ile ilgilenemememiz nedeni ile plajları ve diğer işletmeleri devir edip şirketi kapattık…

O dostluk ve kardeşlik bugün de hala devam etmekte…

Sık sık toplanıyoruz…

ŞİMDİ CUBA BAR’İN YERİNDE TALATUR VAR…

Tarator kelimesi, dilimizde oldukça kullanılan kelimelerden birisidir.

Tarator, dilimize Rumca’dan geçmiştir.

Antalyalılar TARATOR’a, TALATUR derler…

Ceviz içi, sarımsak, tuz, ekmek içi, sirke ve tahinin limon suyu ile çırpılmasından sonra kıyılmış maydanozla hazırlanan salça veya sosa verilen isimdir…

Ayrı bir lezzet ve güzellik kattığı için, çoğu Antalyalı balığı Talatur’suz yemez…

TALATUR’DA HAFTADA BİR GÜN TOPLANIYORUZ…

Çünkü TALATUR’u sevgili CAN AKCAN işletiyor…

Yemekler ve manzaranın güzelliğine Sevgili Can İşletme anlayışı ile tıpkı TALATUR gibi bir güzellik katmış…

Hafta da bir gün Şefik Öz, Ercan Kerimoğlu, Füruzan Binbir, Hüseyin Ak ve duyup gelen arkadaşlarımızla o dünden bugüne eskitemediğimiz dostluğu sürdürüyoruz…

Geride kalan 50 yılın anılarını konuşuyoruz, inanın ayrılırken zorlanıyoruz…

Çünkü yaşanan o güzelliklerin yerine yenisini de koyamıyoruz…

Dostluklar hep sürsün, çünkü dünden bu güne o kadar azaldık ki…

Tüm arkadaşlarıma sağlık ve mutluklarla dolu yaşamlar diliyorum…

Haberlerimizi InstagramFacebookTwitterTelegram hesaplarımızdan ve YouTube kanalımızdan takip edebilirsiniz.

 

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorum Yap

Yazarın Diğer Yazıları