Yalana inanabilmek…

04.11.2019 15:18

"Bana öyle bir yalan söyle ki, ömrümce sürsün doğruluğu"

Şair ne güzel söylemiş değil mi?

Aslında bana asla yalan söyleme demenin en güzel halini ifade etmiş. Ne yazık ki hepimiz şair değiliz. 

Yalanın biri bin para bir düzende, yapmacık hayatların, sırıtan yüzlerin, vıcık vıcık ruhsuz samimiyetlerin kol gezmesi bize aşkı unutturuyor. Peki, aşk unutulmayı hak etti mi? O size ne yaptı? 

Bir çiçeğin açmasına aşık olur insan, bazen bir göze, bir söze sonra simaya ve ruha aşık olur. Onu yaratana aşık olur.

Aşk, uçsuz bucaksız bir boyutta içinde aklını yitireceğin kadar, seni boğacak kadar ummandır. Aşk o kadar masumdur ki elmanın seni sevmesini beklemeyecek kadar tek taraflıdır. 

Aşık olduğuna sahip olmak istemek aşkı öldürür belki de… O yüzden hep kavuşamayan aşklar efsane olmuştur. Kavuştuğun an aşk üç günlük geçim dünyası içinde monoton bir yaşama dönüyor.

Kavuşmayınca yanan yüreğin soğuyor. Yüreğin yandıkça ekmekten sudan yemekten içmekten kesiliyorsun.

Kavuşmak için onca mücadele ver ve sonunda aslında benim istediğim bu değilmiş diyerek mutsuz ol. O zaman bize cazip gelen kavuşma elde etme arzusu olabilir mi? Aslında aşk dediğimiz bir sahip olma, 'benim olsun' duygusu mu?                 

Ferhat’ın, Yusuf’un, Mecnun’un öyle olmadığını biliyoruz. Şirin, Züleyha, Leyla da öyle ama bu hikayeler eskide kaldı.

'İsimler eskide kalsa da aşkları hala güncel, hala diri, hala onlara imrenerek bakıyoruz' diyebilirsiniz. 

İşte bu yüzden günümüzde modern aşk hikayelerinde daima çatışma var.

Bu çatışma doyumsuzluğun zirve yaptığı bir yerde insanoğlunun yeniden kendini keşfetmesine izin vermiyor. O yüzden bir toprak kokusu bile güzel geliyor.

O yüzden samimi bir cümle insanın içini ısıtıyor. O yüzden elimizdeki cep telefonlarından medet umarken, onsuz geçen sohbetlerde aşkı hatırlayabiliyoruz.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorum Yap

Yazarın Diğer Yazıları