Sivil Toplum ve Siyaset

16.02.2015 09:06

Önümüzdeki yıllarda, en çok tartışılması ve geliştirilmesi gereken konuların başında sivil toplum-siyaset ilişkileri gelmektedir.

Sivil toplum, birey-toplum ve siyaset ilişkilerinin demokratik bir şekilde düzenlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır.

Sivil toplumun gelişebilmesi için, devletin ideolojik devlet değil, hukuk devleti olması gerekmektedir.

Siyaset, insanların birbirleriyle ‘yurttaş’ olarak ilişki içinde bulundukları demokratik toplumlara özgü bir faaliyettir. Burada amaç, iktidarı yani gücü ele geçirmektir.

Demokratik rejimlerde; siyasi aktörlerin, seçim yolu ile iktidara gelişleri, yasal sınırlar içerisinde yetkilerini kullanmaları, yine seçim yolu ile iktidardan ayrılmaları belli kurallara göre olmaktadır.

Demokratik sistemlerde siyasi irade, birey-devlet ilişkisini sağlıklı bir şekilde, hukuk çerçevesinde yürütmek ve bireyin talep ve isteklerini değerlendirebilmek için sivil toplum kuruluşlarına ihtiyaç duymaktadır. Çünkü siyasal sistemin işlevlerini en iyi şekilde yerine getirebildiği ülkeler, STK’ların daha çok geliştiği ülkelerdir.

Siyaseti etkileyebilecek ve onu doğru karar almasında yönlendirebilecek en önemli unsurlar yerel oluşumlardır. Yerel oluşumların en önemlisi de STK’lardır. STK’lar, etkinliklerinde objektif olabildiği ve gücünü halktan alabildiği ölçüde güçlüdür. Halkın verdiği güçle, halka yönelik projeli hizmetler yapılabilir ve siyaset üzerinden etkili olunabilir. Aksi durum, birilerinin toplumda statü kazanmasından, protokole girmesinden ya da sosyal ilişkilerini geliştirmesinden başka bir işe yaramamaktadır.

STK’ların, amaçları doğrultusunda serbest hareket etmesi ve siyasi irade tarafından alınmış sağlıklı ve topluma yararlı kararları desteklemesi beklenmektedir. Bu durum, siyasi irade tarafından alınan yanlış kararların karşısında ilkeli bir duruş sergilenmesine engel değildir.

STK’lar, siyasal iktidarın almış olduğu veya alacağı kararları, kamuoyunda kulis faaliyetleri yürüterek ya da proje ve sorunlu alanlarda raporlar hazırlayarak etkileyebilirler. Ayrıca, hukuk dışına çıkmadan ve şiddete bulaşmadan açlık grevi, gösteri, yürüyüş, miting gibi yöntemleri kullanarak iktidar üzerinde baskı unsuru da olabilirler.

STK’lar, kendi istek ve projelerini siyasi iktidara iletmek ve uygulanmasını sağlamak için mutlaka onlarla ilişkilerini geliştirmeli, işbirliğini artırmalıdır. Bu ilişki sadece siyasi iktidarı kapsamamalı, iktidarı amaç edinen diğer siyasi partilerle de birlikte hareket edebilme kabiliyetine sahip olmalıdırlar.

Sivil toplum kuruluşları tüzel kişilik olarak siyasette yer almalı mıdır?

STK’lar tüzel kişilik olarak, hiçbir partinin yandaşı ya da arka bahçesi görüntüsü vermemelidir. Çünkü STK’lar siyasetin kontrolüne girdiği an sivil toplum olma özelliğini kaybederler. STK’ların talimat ya da emirle çalışması, demokrasi kültürü ile bağdaşmaz. Böyle bir durum siyaseti de toplumu da çürütmektedir.

STK’ların görevi, üyelerinden ve halktan gelen istek ve talepleri siyasete iletmek, yapılan yanlış iş ve işlemlerle ilgili eleştirilerde bulunarak çözüm odaklı çalışmaktır. Bunları yapabilmeleri için; üyeleri içerisinde siyasette olmak isteyenleri özendirmeli, partiler üzerinde üyelerini değerlendirmesi için baskı grubu oluşturmalıdırlar. Çünkü STK tecrübesiyle siyasete giren, gücünü çıkar gruplarından değil, halktan alan kişiler, gerek üretkenlik gerekse insan ilişkileri bakımından daha başarılı olabilmektedir.

İşin özü; kurum olarak STK’lar, ne siyasetin içinde ne de onu dışlayan bir yaklaşım içinde olmalıdır. STK´lar, siyasetle işbirliği yapan, projeleri ile seçilmişlere ve atanmışlara kent yönetiminde yardımcı olan, ilkeli davranan ve kuruluş amaçlarına uygun hareket etmesi gereken oluşumlardır. Üyelerinin siyaset yapması, siyasi görüş bildirmesi ya da parti yöneticisi olması bu gerçeğini ortadan kaldırmaz.

Sivil toplum kuruluşlarının, siyasete etki etmenin ve baskı kurmanın ötesinde, siyaseti kendilerine göre yapılandırmak gibi bir görevi yoktur. Bazı dini görünümlü ya da farklı amaçlarla kurulmuş STK’ların, ‘sivil toplum maskesi’ altında ‘derin ve kirli ilişkiler’ içerisine girdikleri, siyasi irade ile demokratik olmayan yöntemlerle çatıştıkları bilinmektedir. Birilerince belirlenmiş hesaplarla, siyaset kurumu gibi hareket edilmeye başlanılması ve ülke aleyhine çalıştığı bilinen küresel güçlerle birlikte hareket edilmesi, demokratik rejimlerde bile kabul edilebilir bir durum değildir. Dolayısıyla en az siyaset kurumunun sivil alanı kontrol etme girişimleri kadar, sivil toplumun da siyaset kurumunu ele geçirme gayreti ciddi sonuçlar doğuracak gelişmeler olarak görülmektedir.

Ülkemizde bürokratik devlet anlayışı, yıllardır toplumun siyaseti denetlemesinin önünü tıkarken, siyasetin de hareket alanını daraltmıştır. Bu nedenle, devleti değil, toplumu öne alan sivil toplum kuruluşları etkili olamamıştır. Kurulan STK’lar ya devlet güdümlü olmuş ya da ideolojik olarak devlet karşıtı bir görünüm sergilemiştir. Böyle olunca da ‘Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu’ başta olmak üzere, tüm demokratik açılımlar siyasi iradeye rağmen, istenilen düzeyde gerçekleşememiş, bürokrasi çarkına takılmıştır.

Sivil toplum ve siyaset için en güçlü güvence, bürokrasiden özgürleşip topluma dayanmak ve hizmetlerin milletin gönlündeki yerini sağlamlaştırmaktır. Çünkü millete hizmet edecek en önemli araçlardan birisi siyasettir. Siyaseti zayıflatacak, halk nezdinde itibarını yok edecek tutum ve davranışlardan kaçınılmalıdır. Siyaseti savunmak, siyasi iradenin her işlemini onaylamak anlamı taşımamalıdır. Burada amaç, bürokrasiyi ve siyasi iktidarı milletin denetimine ve hizmetine sokmak olmalıdır.

Siyasetçilerin sivil toplum ruhuyla hareket etmesi, STK’ların görüş ve önerilerini dikkate alması, onların önünü açacak eylem ve söylemlerde bulunması demokratik bir yaklaşımı ifade etmektedir.

Sivil toplum ve siyaset gücünü keşfetmeye başlamıştır. Önümüzdeki süreçte yeni meclis, Türkiye´de işlevsel bir güçler ayrılığı, güçlü bir denge ve denetleme sisteminin sağlayacak yeni bir anayasa ortaya koymalıdır. Yaşananlar göstermiştir ki, toplumun etkili biçimde devreye girmediği bir yerde siyaset de güçlü olmamaktadır. Bu bakımdan 2015 seçimleri, yeni bir sürecin başlangıcı olarak değerlendirilmektedir.

Türkiye’de “halka hizmet hakka hizmettir” ilkesine inanan siyasi aktörlerle, vakıf şuuru ile hareket edebilen, kurumsal STK’lara ihtiyaç duyulmaktadır.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorum Yap

Yazarın Diğer Yazıları