Onlar beyaz atlara binip gittiler, hepsine Uğur'lar olsun

27.01.2021 10:17

Bizim çocukluğumuzda veresiye defterlerimiz vardı…
Annelerimiz bakkala gönderdiklerinde, bakkalımız elimizdeki veresiye defterine, aldığımız ürünü ve fiyatını yazar, aynı işlemi kendi elinde ki deftere de tekrarlardı…
Babalarımız aybaşında maaşlarını alınca ilk önce bakkala olan borç ödenirdi…
Ramazan aylarında şehrin ileri gelenleri Mahallelerimizde ki bakkallara giderler, gelişi güzel veresiye defterleri seçerler ve bu defterlerden belli miktarda bir rakamı ödeyerek sildirirlerdi…
Borcu silinen, borcun kimin tarafından silindiğini, borcu sildirende kimin borcunu sildirdiğini bilmezdi…
Şimdi şöyle bakıyorum da, gerek maddi gerekse manevi yaptıkları yardımların yanında poz veren ne kadar çok insan var !!!

KENDİSİ İLE TANIŞMA ŞANSIM OLMADI…

Fakat çok ortak dostumuz vardı… Türkiye’nin gündeminde ve çok başarılı bir iş insanı idi…
Yakından takip edince, yardım gerektiğinde desteği ile en önde, görüntüsü ile hiç ortada gözükmeyen bir yapı da olduğunu öğrenmiştim…
Asistanın her gün gazetelerde yer alan haberlerde sağlık nedenleri ile yardıma ihtiyacı olanları tespit edip, bu kişi ve ailelere ulaşarak, haberin doğru olup olmadığını belirledikten sonra, gerçek ihtiyacı olanları liste halinde sunup, onay alarak, kişi veya ailenin tüm tedavi masraflarının, onun ismi verilmeden gerçekleştirildiğini, onu çok yakından tanıyan bir dostumdan duymuştum…

YAKINDAN BİLDİĞİM BİR KONUDUR…

Yakın bir arkadaşım, ticari hayatında büyük bir sıkıntı ile karşılaşmıştı. O güne kadar, sadece ticaret ile kazandıkları değil, aileden de gelen ne varsa hepsini kaybetti…
Yeni bir hayat için eşi ve çocukları ile İzmir’den İstanbul’ a taşındı…
Geçinebileceği kadar bir maaş ile patronluktan, profesyonel yöneticiliğe geçerek bir şirkette çalışmaya başladı…

BİR GÜN BİR AÇILIŞTA İKİ ESKİ ARKADAŞIN KARŞILAŞLAŞMASI YENİ BİR HAYATIN BAŞLANGICIDIR…

Yakın arkadaşım ile geçmişe dayalı bir dostlukları vardı…
Yine arkadaşımdan dinlediğim kadarı ile; Karşılaştıkları açılışta, uzun süredir görmediği dostunun halini hatırını sorup, işleri ile ilgili bilgi almak isterken acı gerçeği öğrenip çok üzülüyor ve dostunun yanından ayrılırken, “seni yarın şirketten bir arkadaşım arayacak, sonra tekrar birlikte olur görüşürüz…” deyip dostunun yanından ayrılıyor…
Ertesi gün çalan telefonunda “gelip sizi almam lazım, bana adresinizi verebilir misiniz? “ diyen bir beyefendi kendisini alıp Gebze taraflarına getiriyor…

Ve diyor ki ” yaklaşık 5000 m2 bir kapalı alan bakmamız lazım, baktığımız alanın lojistik olarak kullanıma uygun olup olmadığına siz karar vereceksiniz.” deyince, arkadaşım “ ben bu depoların stopajını ödeyemem…” diye cevap veriyor…

Aldığı cevap, “ siz sadece beğenin efendim…” oluyor…

Kapalı bir alana karar veriliyor, ertesi gün arkadaşımın telefonu tekrar çalıyor, “ dün kapalı alanın seçimini yapmışsınız, ben tüm makine donanımını gönderiyorum, anahtar teslimi işe başlayacak, bizim fabrikaya yedek parça üreteceksin…” deyince arkadaşıma sanki milli piyangonun yılbaşı ikramiyesi isabet ediyor…
İşe başlıyor, müthiş bir mücadele veriyor, çokta başarılı oluyor…
Bir gün o merak ettiği soruyu soruyor dostuna “ Niye ben ?”
Aldığı cevap çok net “ Dedem, sen bir yerlere gelirken, yanındaki dostların hala bıraktığın yerde kalıyorsa başarının hiçbir anlamı olmaz, mutlaka arkadaşlarını ve dostlarını da bulunduğun ortamlara taşımalısın ki, geldiğin yerde yalnız kalmayasın derdi…”

GAZETECİ KORCAN KARAR ESKİ DOSTUMDU…

1989 yılında, çalışmış olduğum şirkettin Levent’te yapmış olduğu siteden bir ev alınca, ilerleyen zaman içerisinde de sevgili Korcan ile dost olmuştuk…

2004’de Antalya’ya dönünce, kendisini bir dostu olarak haber programlarından izliyordum…
10 Kasım 2005 tarihinde sevgili Korcan, Londra’dan Madame Tusauds müzesinden yayın yapıyordu ve yayın konuğunu anlata anlata bitiremiyordu…

Müzede bulunan MUSTAFA KEMAL’in balmumu heykeli çok arkalarda ve MUSTAFA KEMAL’e hiç benzemediği için, yayın konuğunun girişimleri ile Londra’dan gönderilen müzenin heykeltraşının nezaretinde Yılmaz

Büyükerşen’in de büyük gayretleri ile yenilenmiş ve müzenin en güzel yerine konulmuştu…
Madame Tusauds müzesi tarihinde böyle bir olay ilkti…

İşte yukarıda yazdığım üç öykünün de kahramanı olan, yardıma ihtiyacı olanların gizli dostu, arkadaşlarının arkasında ki arka – taş olan, VEHBİ KOÇ’un torunu, fevkalade ATATÜRKÇÜ, MUSTAFA VEHBİ KOÇ böylesine güzel bir adamdı…

İş hayatında da, öğrendiğim kadarı ile hayatına dokunduğu herkesin saygısının yanında sevgisini de kazanmıştı.
Beş yıl önce 21 Ocak 2016'da kaybettiğimiz MUSTAFA KOÇ arkasında o kadar çok dokunduğu yürek bıraktı ki…
O yüreklerin büyük bir çoğunluğu, kendilerine dokunan elin kimliğini hiçbir zaman bilmedi…
Ruhun şad, mekanın cennet olsun koca yürekli adam…

“ TOROS “ U TANIMIŞ OLMAYI HAYATIMIN EN BÜYÜK GURURLARINDAN BİRİ OLARAK GÖRDÜM…

90’lı yılların ortasında Nikon firmasının yöneticiliğini yaparken, ne zaman İstanbul’a gelse Nikon Fotoğraf Makinesi veya aksesuarlarını almak için uğrardı…
Tatlı pazarlıklar sonunda, maaşından ayırdığı belli bir para ile alışverişini yapar, yenilikleri öğrenir, bizlerde ders niteliğinde anılar bırakarak ayrılırdı…

“Toros”lar kadar yalçın, Akdeniz kadar maviydi, spor dahil her konuda bir bilge idi…
Kıbrıs’ta mücadele arkadaşları ile de tanışma şansım olmuştu. İnandıkları davaya son derece bağlı, tek bir yürek, tek bir sestiler. İnançları “Toros”, ufukları Akdeniz’di. Sanki mücadeleleri uğruna, liderlerine bağlılık yemini etmişlerdi…
Tüm dava arkadaşları onun için “ O büyük bir lider, mücadele adamı, zulme karşı direnen bir kahraman.” diyorlardı…

Yavru Vatan için verdiği mücadeleler, yaşadığı acılar, ölümler ve arkasından çevrilen ayak oyunları sonunda, fotoğraf makinesinin deklanşörü ile hayata tutunuyordu…

21. yüzyılda kahramanlar çokta fazla çıkmıyor. Doğum günüm 19 Mayıs diyen, örnek aldığı, izinden gittiği, en büyük Türk ATATÜRK gibi, doğum günüm 20 Temmuz diyen “Toros”un, Türk devletine olan inancı ve bağlılığı ile tarihimize altın harflerle yazacağımız yaşamı ve direnci, hepimize ışık olsun.
13 Ocak 2012’de kaybettiğimiz Toroslar kadar yüce RAUF DENKTAŞ’ı ölümünün 9. Yılında rahmet ve özlemle anıyorum…

Ruhu şad, mekanı Cennet olsun…

ÜLKEMİZDE ONLARCA YAZAR VE GAZETECİ SİYASİ CİNAYETLER NEDENİ İLE ÖLDÜRÜLDÜ…

28 yıl önce Ankara’da olmam nedeni ile cenazesine katılmıştım…

Cebeci Asri Mezarlığı defnetmek için ilerlerken, arkadaşım Şafak ve ben, o mahşeri kalabalıkla birlikte sırılsıklam olmuştuk…

O kadar çok ödül almıştı ki; "1962 Yunus Nadi Ödülü (Türk Sosyalizmi başlıklı makalesiyle),
1979 Türk Hukuk Kurumu Yılın Hukukçusu Ödülü,
1979 Çağdaş Gazeteciler Derneği Yılın Gazetecisi Ödülü,
1980 ve 1987 Sedat Simavi Vakfı Kitle Haberleşme ve Gazetecilik Ödülü,
1980, 1982 ve 1992 İstanbul Gazeteciler Cemiyeti Ödülü (inceleme dalında),
1983 İstanbul Gazeteciler Cemiyeti Ödülü (röportaj ve seri röportaj dalında),
1984, 1985 ve 1987 Nokta Dergisi Yılın Doruktaki Gazetecisi Ödülü,
1987 İstanbul Gazeteciler Cemiyeti Ödülü (güncel yazılar dalında),
1987 Cumhuriyet Gazetesi Örnek Gazeteci Ödülü (Rabıta olayı dolayısıyla),
1988 Cumhuriyet Gazetesi Bülent Dikmener Haber Ödülü,
1993 Nokta Dergisi Doruktakiler Basın Onur Ödülü ve 1993 Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü."

HEP EMEKTEN YANA OLAN, LAİKLİK VE DEMOKRASİ KAVRAMLARINDA Kİ SAVAŞINDA KALPAĞI OLMAYAN BİR KUVVACI İDİ…

Demokrasi mücadelesine, yazılarında, kitaplarında, katıldığı mitingler ve gösterilerde katkı koymanın yanında, asıl amacı mağdurların, baskıya uğrayanların hep yanında yer alarak, duruşmalarına katılarak, mücadelelerinde yalnız olmadıklarını anlatabilmekti…

Onun mücadelesinde sosyalistler, siyasal İslamcılar ayrımı yoktu…
Bizdendir, bizden değildir diye bir ayrımın içerisinde olmaktan çok, herkes için özgürlük ve demokrasi isteme savaşını yine demokratik sınırlarda yürütme gayreti içerisindeydi…
Nereden gelirse gelsin, terörün hep karşısında oldu…

KARŞISINDA Kİ KİŞİ DİKTATÖR BİLE OLSA, SÖZÜNÜ KİMSEDEN SAKINMAYACAK KADAR YÜREKLİYDİ…

Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in Cumhuriyet gazetesi ziyaretini ziyaretinde Ayvalık’daki tatilini yarıda kesip gazeteye dönmek zorunda kalmıştır…
Kenan Evren ziyaretini tamamlayıp arabasına doğru giderken Genel Yayın Müdürü, onu işaret ederek:
“Bakınız efendim, arkadaşımız ziyaretinizde burada olmak için Ayvalık’taki tatilini yarıda kesip geldi.” deyince,
Kenan Evren’in “ Öyleyse bana kızmışsındır” sözüne,
“Yoo, size ondan kızmıyorum. Neden kızdığımı da her gün yazıyorum…” diyebilecek kadar cesaretli ve yürekliydi…

24 OCAK 2021 SAAT 20.00 DE, KARANLIĞA BİR MUM YAKTIM…

Karanlıkların üzerine yürümekten çekinmeyen, yazdıkları ve söylemleri ile halkını aydınlatan, UĞUR MUMCU’yu katledilişinin 28. Yılında saygıyla ve özlemle anıyorum…

Gazeteciler gerçekleri halka ulaştırdıkça ya katledildiler ya hapsedildiler.

Bir şairin dediği gibi;

“Çevirdim anahtarı apansız bir ölüme,
Şarapnel parçaları saplandı ciğerime,
Ucuz can pazarıydı kan doldu gözlerime,
İsimsiz korkuları katmadım yüreğime,
Bembeyaz doğruları yaşadım ölümüne...” diyor…

Bu UĞUR’ da öldürülen,
SEBAHATTİN ALİ,
ABDİ İPEKÇİ,
İLHAN ERDOST,
MUSA ANTER,
TURAN DURSUN,
TAHİR ELÇİ,
ÇETİN EMEÇ,
BAHRİYE ÜÇOK,
METİN GÖKTEPE,
HIRANT DİNK,
ALİ GAFFAR OKAN,
Ve NİCE İSMİNİ SAYAMADIKLARIMA…

UĞUR’ lar olsun...
Ruhları şad, Mekanları Cennet olsun…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorum Yap

Yazarın Diğer Yazıları