NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜ: Rodos’un mu Kilis’in mi?

11.02.2016 10:42

Alfred Nobel vasiyet eder, “olağanüstü başarıları” ödüllendirin diye. O gündür bu gündür, 1896 yılından bu yana Nobel Vakfı her yıl değişik dallarda ödüller dağıtır. Bunlardan biri Barış Ödülü’dür. İlkini 1901’de Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nin kurucusu Henry Dunant, sonuncusunu ise 2015’te Tunus Ulusal Diyalog Dörtlüsü almıştır. Listeye dikkat ettim de 5 ve üstü sayıda Barış Ödülünü ABD (21), İngiltere (12), Fransa (9), İsviçre (8) ve İsveç (5) almış. Enteresan bir liste: Emperyalist yayılmacı çıkar odaklı nedenleriyle ülkelerin düzenini bozan halkları birbirine düşman eden ABD barış konusunda en çok ödüle layık görülmüş. Yine sömürgeci yayılımcı Birleşik Krallık ise 12 kez barış ödülü almakla listede ikinci olmuş. Barışı asla çıkarlarının önüne almayan Fransa da 9 kezle üçüncü olmuş. Her ne kadar Nobel’i alan kişi ve kurumlar ülkelerinden ayrı değerlendirilebilecekse de, yine de bu tablo karşısında Nobel Barış Ödülü sanki dünya barışını en çok bozanların “Nobel Günah Çıkarma Ödülü” gibi geldi bana.

2016 Nobel Barış Ödülü’ne Yunanistan’ın Midilli, Kos, Rodos, Sakız ve Leros adaları sakinlerinin mültecilere yardım eden “dayanışma ağı” aday gösteriliyor.  Princeton, Harvard, Cornell gibi üniversitelerden bilim adamlarının bu önerisi için 280 bin kişi imza vermiş. Doğrusu tüm Avrupa, kapılarını mültecilere kapatırken Yunan halkının, adalara ulaşan mültecilere yardım etmesi takdirle karşılanacak bir tavırdır. Devletlerine rağmen halkın sağduyusudur. Neyse ki Avrupa’nın bu kısmı henüz tam Avrupalı olmamış.  Ama Türkiye’nin 3 milyon mülteciye kucak açmasıyla sırtlandığı yükün ezici ağırlığıyla karşılaştırıldığında Yunan örneği çok hafif kalmaktadır. Güneydoğu sınırdaki kentlerimiz neredeyse artık Suriye ya da Irak yerleşimleri olmuştur. Örneğin Kilis’in nüfusu, zorunlu göçlerden sonra %60 Suriyeli olmuştur. Üstelik Kilis’te bu nedenle bir asayiş sorunu da yaşanmamaktadır. Türk halkı yoksulluğuna rağmen ve güneydoğu illerinde onca iç soruna rağmen misafirlerini bağrına basmış, geçimini paylaşmış ve vergilerinden mültecilerin yaşamına harcanan 10 milyar dolar masraf karşısında da hiçbir tepki göstermemiştir. Çünkü zaten toplumsal alt yapımızı biçimlendirmiş olan geleneklerimizde vicdan vardır, komşusu açken tok olmaktan utanç vardır.

Empati kurun: Vatanını, evini-barkını kaybetmiş ve elinde kalan son şey olan canını kurtarma telaşıyla başka bir ülkeye sığınmış bir Suriyeli olun. Alt kat komşusu ölmüş, yan komşusu bombadan sakat kalmış, karşıdaki evde bebek son sütünü ağlayarak içmekteyken ve henüz ölmeyenlerin de ölme zamanını korkuyla beklediği, yok olmuş vatanıyla bir Suriyeli olun. Acayip tarafları olan dehşetli bir savaş ortamında, elinde hiçbir şey kalmamış olan bir Suriyeli olduğunuzu düşünün. Bu manzara karşısında Avrupalı gibi rahat olma ve sınırlarını sıkı sıkıya kapatma olasılığı sıfırdır: “Mültecileri alın, Halep’ten gelecekleri de alın. Ama Avrupa’ya girişlerini engelleyin. Karşılığında 3 milyar Euro verelim” diye ahlaksız teklifle gelen Avrupalı. Arkasından “kapıları açın” derken 3 milyon mültecinin pencereden girdiğini sanan Birleşmiş Milletler ve Avrupa Parlamentosu. Sahiden bizi nasıl bir gözle görüyorlar da bunları önerebiliyorlar. Ve bunu açıkça söylerken insanlıklarından utanmıyorlar mı acaba: Anlamak zor. Nedeni açık: Toplumsal düzenlerini korumak, halklarının parlak geleceğini riske atmamak. İyi de bunu isteme hakkına biz de sahibiz. Biz de aynı şeyi istersek ne olacak. Savaşın ortasında kıstırılmış onca çoluk çocuk, kadın ve erkeğin yaşamsal sığınma hakları ne olacak. Avrupalılar eğer insanlık oyunu oynamak istiyorsa, sahneyi kendi ülkelerinde kuracak. Türkiye’de yaşanan gerçek insanlık dramı üzerinden edebiyat yapmayacak.

25 Ocak 2016’da yazdığım bir tweette “Nobel Barış Ödülü’ne Yunan Adalarındaki halk aday gösterilmiş. Benim adayım milyonlarca Suriyeli mülteciyi bağrına basan Türkiye Cumhuriyeti Devletidir” demiştim. Her ne kadar Türk üniversitelerindeki bilim adamları, Princeton, Harvard ve Cornell’deki meslektaşları gibi bir araya gelip imza toplamadılarsa da ben kendi adıma ve bir tek imzamla 2016 Nobel Barış Ödülü’nün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne verilmesini öneriyorum. Avrupalı bilimcilerin Yunan halkı için gösterdikleri aynı gerekçe ve dayanaklarla, üstelik de bir milyon katı fazlasıyla… Birkaç yüz mülteciye yemek kutusu ve hijyen paketi vermiyoruz; milyonlarca mültecinin tüm yaşamsal ihtiyaçlarını karşılıyoruz. Hem de yüksünmeden, erinmeden, şikâyet etmeden: Sevgiyle.

Bizim için bir anlamı olmasa da, sığınmacılara kucak açarken ödül ve takdir görme hesabı yapmamış olsak da; yarın bize “milyonlarca göçmenle bozulan toplumsal yapınızla sizi Avrupa’ya dâhil edemeyiz” diyeceğinizi de bilerek ve bu işin harcanan 10 milyar Euro’nun çok üstünde bir gelecek maliyeti olduğunu da bilerek bu ödülü, sizin bizi hiç olmasa anlamış olduğunuzun belgesi olarak istiyoruz. Bu anlama ihtimaliyle, belki o zaman sizin de kapılarınızı sığınmacılara açma ihtimaliniz bile belirir.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorum Yap

Yazarın Diğer Yazıları