Milletin Sesi Mehmet Akif - 3

17.09.2020 15:39

“Söz hakikati dile getiremiyorsa eğer,sükut, hakikatin korunmasıdır”
                   
Değerli Dostlar

Cumanız mübarek olsun...

Mehmet Akif , 2.Abdulhamit dönemi, 1. Ve 2.meşrûtiyetin ilanı, İttihat ve Terakki nin kuruluşu ve iktidara gelişi, imparatorluğun çöküşü, Balkan savaşları, Birinci Dünya Savaşı, Sevr Antlaşması, Mondros Ateşkes Antlaşması, Millî Mücadele , Lozan Antlaşması, Cumhuriyetin ilânı, batılılaşma ve modernleşme çabaları gibi önemli gelişmelere tanık olmuş kısmen bu gelişmelere yön verenler arasında bulunmuştu.

Ey dipdiri meyyit iki el bir baş içindir. / Davransana... Eller de senin, baş da senindir!” der, bu aciz yüreğimize ayağa kalkıp dimdik yürüyecek dermanı verir. Kurtuluş mücadelesi yıllarında, yüreğini kalemine mürekkep yapıp hiçbir karşılık beklemeksizin sadece davası uğruna yazdığı İstiklal Marşı ile binlerce cesur neferin ruhuna işleyip umutsuzluğu ve kara bulutları kovar.

“Allahuekber” nidalarıyla korkusuzca düşmana karşı taarruza geçen her erin kalbinde onun kalbi atar, onun ruhu yaşar. Amansız bir kurşunla toprağa düşerken ayrılık acısının yanında vatana hizmet etmenin ve onun mükâfatı olan şehitlik makamının vermiş olduğu buruk hüzünle gülümseyen her kınalı kuzunun tebessümü bir parça Mehmet Âkif kokar. “Bu devlet de, bu iman da diridir, biz ölsek de onlar hep var olacaktır.” düşüncesiyle dünyaya meydan okuyan her beden, ondan bir parça barındırır.

“Hakkıdır, Hâkk’a tapan milletimin istiklal!” diyerek sesini göklere ulaştıran ve vatana hizmet için her şeyi göze alıp geleceğe ışık tutan her meşalede, Âkif’in davasına hizmet aşkıyla yanan yüreğinden bir kıvılcım vardır. Mehmet Âkif, karanlığı cesurca yırtan ışık huzmesidir. Mehmet Âkif, mücadeleden vazgeçişin üzerine doğan umut güneşidir. “Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam bağlamak lâzım iken, anlamadım, anlayamam. Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize!” diyerek kin tutmuş, katılaşmış yüreklerimizi şöyle bir silkeler, ruhumuzu kendine getirir. Ve vatan sevgisiyle har- manlanmış iman dolu en son kalp de duruncaya dek onun koruyucuları bitmez.

Niçin Mısır'a gitti?

Bir insan doğduğu, büyüdüğü ve devamı için çırpındığı yurdundan ayrılır mı?

Bu Mehmet Akif gibi bir yurtsever, ülkesi için çırpınan bir bağrı yanık, memleketine sevdalı biri ise sorusunun cevabı” hayır” olacaktır.

Ama oldu işte.

Akif gün geldi yurdundan ayrıldı.

Akif  durup dururken, kendi keyfinden, daha  güzel göründüğünden gitmedi Mısır’a.

Birinci Meclis’te milletvekili oldu ama daha sonra dışlandı. Akif, hak ettiği maaş bile bağlanmamış, maddi sıkıntılarla yüz yüze bırakılmıştır. 

Büyük Millet Meclisi  Başkanlığı tarafından sadece bir teşekkür mektubu gönderilmiştir.

Emeklilik hakkı  verilmemiştir.

Rahmetli Ahmet Kabaklı..”Devir ise hiçbir manevi fikre müsamaha etmeyecek kadar aceleci, bencil ve  kendini beğenmiş idi.”

Bir dostu yıllar sonra açıklamıştır.

 “Bir cumartesi günüydü,Akif yarın Mısıra gideceğini ve vedaya geldiğini söyledi..

Ancak Akif, büyük bir üzüntü içerisinde dedi ki: ”Arkam da Polis hafiyesi gezdiriyorlar.Ben vatanını satmış ve memlekete ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemem.İşte bundan dolayı gidiyorum”

Ne acı bir durum!

Vatan için malını, can’ını, aileni, rahatını ver, yıllarını ver, milletine marşını armağan  olarak ver ve sonunda bir vatan haini gibi muamele gör.

Bu hiç kimsenin kabulleneceği bir durum değildi. Hele hele Akif gibi şahsiyeti ve gerçek bir memleket sevdalısı bunu asla kabul edemezdi...

Ve Akif muhacir olmayı tercih etti.

Suskun muhacir.

Mısır’ da kaldığı on yılı aşkın dönemde ülkesinin aleyhine tek bir kelime etmeden geçen suskunluk.

Ve eski sevgilisini uzaktan seyreden bir suskun aşık.. 

Yeni kurulan rejimle ,Akif’in idealleriyle örtüşmüyordu. Mücadele boyunca halkı motive eden güç İslâm olmasına rağmen, şimdi İslâm birliği fikrinden vazgeçilmiş, devlete Batıcı, laik ve ulusalcı bir karakter verilmişti. Bu gelişmeler, Akif için tam bir hayal kırıklığı idi. Zira o, bu zamana kadar hiçbir şeyden yılmadan idealinin gerçekleşmesi için çaba harcamıştı. Fakat olup bitenlerin bu şekilde gelişmesi Akif’in yıllardan beri bağlandığı, hiçbir hadisesinin sarsamadığı idealinin gerçekleşmesi ümidini kırdı. Yine Arapların Balkan ve I. Dünya savaşı yıllarında Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmaları Akif’i zaten umutsuz bir hâlde bırakmıştı. Ama Millî Mücadele buna bir çözüm olabilirdi; fakat yukarıda anlatılan sebepler yüzünden olamadı. Millî Mücadele böyle neticelendi; ama Akif tarihin sayfalarına bu mücadelenin manevi cephesinin bir önderi olarak geçti.

Sezai Karakoç “ Doğu ve İslam kültür ve ruhu ihmal edildi ve hatta bütün kuruluşlar onun iptali yönünde işletilir oldu..

Bütün Müslümanların  birleşmesi bir yaz rüyası gibi kaçıp gitmişti.

Herşey yabancılaşmıştı.Yeni fakat kendine yabancı kuşak, bir yapı yükseliyordu.”

O ömrünün elli üç yılını konuşarak, aktif mücadele ederek, yazarak , koşturarak, son on yılını ise suskunlukla geçirmiştir.

Ali Ulvi Kurucu “ Zaten Akif vazifesini yaptıktan sonra, yeni kurulan rejimle fikren uyuşamıyacağını anlayarak Türkiye’ den ayrılmış. Mısır’a göçetmişti. Çok sevdiği yurdunu terk ettiği gibi, orada kalsa ve yeni rejimi tasvip eder görünse, çok rahat bir hayata kavuşacakken, Kahire sıcağın da beş parasız , hasta eşi ve başıboş kalan çocuklarının derdiyle perişan olmayı göze almıştı.”

Arkadaşı Eşref Sencer’e Mısır'da yazdığı mektupta Akif ; 

“Şuraya buraya koşarken müteselli idim.Hisseme düşen vazifeyi yerine getiriyorum.İnsan çalışmak için mükellef, muvaffak olmakla değil diyordum.Lakin şimdi elim ayağım bağlı  durdukça( yıl 1931).. bu ataleti hiç sevmiyorum .

Gaye uğrunda çalışmak, didişmek, nihayet ölmek.Ah ne güzel meşgale,o ne hoş eğlence, o ne mesut hatime imiş...Allah büyük.Elbet bizim de atıl batıl oturmaktan kurtulacağımız günler gelecektir.”

Şekillendirilmeye çalışılan Yeni Türkiye, Akif’in idealleriyle  hiç bağdaşmıyordu  ve suskunluğa giden süreçte başlamıştı.

Hicret zor iştir.

Kuran-ı Kerim meali hazırlama   ,Mısır’ daki en önemli uğraşı idi.

Haftada iki gün Kahire’ ye Üniversitede ders vermeye giderdi.

Kuran’la geçen yıllar,onun maneviyatını daha da güçlendirmiş, dünya dağdağasından uzaklaştırmış, münzevileştirmiştir.

“ Korkuyorum, buralarda öleceğim de memleketime gidemeyeceğim!”
                 

    Mehmet Akif Ersoy

 Rahatsızlık ve yaşlılık devam etmektedir. Ve Akif kendini Rabbi’ ne ruhen daha yakın hissetmektedir.

Ölümden değil ama ülke dışında ölmekten korkmaktadır.

Tüm yeryüzü Allah’ın ise de vatan başkadır. 

Ve karar verilir, memlekete dönülecektir.

Haziran 1936’ da İskenderiye’ den yola çıkılır.

Ülkeye yaklaştıkça heyecan, hüzün ve hasret de artmaktadır.

Ağlamaktadır Akif ...

Üstat’ı İstanbul rıhtımda sınırlı sayıda

İnsan karşıladı.

İstanbul’a geldiği andan itibaren vefat edinceye kadar dostlarının ilgisiyle altı ay kadar yaşadı.

Teşhis Siroz’ du.Ancak geç kalınmıştı.

Hasta olduğu müddetçe hiç şikayetlenmedi, gülüyor, konuşuyordu.

Tevekkülü tam yerindeydi.

 Mısır Apartmanı özel misafirin hatırına güzel günler geçiyordu.

Akif ‘in tüm dostları kendisini ziyarete geliyor, geçmiş olsun dileğinde bulunuyor, dualar ediyordu.

Hafız Necati’ nin  gelip  Kuran okumasını

Üstat; “ şu son günlerin en büyük mükafatı. Ben bu zatı dinlerken Kuran yeni nazil  oluyormuş gibi geliyor bana.Bu ne müesses okuyuş ! Bu  ne muhrik seda ! Allah razı olsun! diyerek değerlendiriyordu.

“ Akif ! Seni edebiyat tarihine gömmedik. Çünkü yaşayan ölülerin yeri; duymasını,acı çekmesini ve sevmesini bilenlerin gönülleridir “diye Mükerrem Kamil Su ne güzel söylemiş.

Akif vefat etti ancak onu bütün bir millet kalbinin en pak yerine yerleştirdi

“ Her canlı ölümü tadacaktır.” İlahi hükmü gereği Akif  de 26 Aralık 1936 pazartesi günü, Mısır Apartmanında, saat 17;45’ de vefat etti.

Vefatından kısa bir müddet önce” Ne mutlu bana ki Peygamberimizin yaşın da öleceğim “demişti.

Ve Allah duasını kabul etmişti.

Akif’in vefatını gazeteler duyurmuştu ama resmî zevat tamamen ilgisizdi.Hiç bir katılım olmadı.
Bu millete’ İstiklal Marşı ‘hediye etmiş olan milli şairine, devlet yetkilileri tamamen ilgisizdi.

Ama millet, özellikle de gençlik duyarsız değildi.

Üstat Mehmet Akif Ersoy’un  tabutunun Beyazıt  Camii’ne geldiğini duyan İstanbul Üniversitesi gençleri kısa zamanda toplanırlar. Çıplak ve bir fakir cenazesi gibi gelen Akif’in tabutu kısa zamanda, bayrak ve Kabe örtüsüyle donanır.

Kılınan  namaz sonrası, eller üzerinde  kalabalık bir gençlik ve halk kitlesiyle, 27 Aralık 1936 ‘da Edirnekapı Mezarlığında defnedilir.

Gençlerin üstadlarını sahiplenmesi üzerine, o zamanın ünlü edebiyat hocalarından, yazar Hakkı Süha Gezgin onlara şöyle seslenmişti:” Bugün sizlerin, milletin büyüklerine, vatanseverlere, bu yurda hizmet edenlere nasıl sahip çıktığınızı gördüm.Milletimizin gençlerinin ruh asaletine,adalet duygularının enginliğine hayran oldum.Artık rahatça ölebilirim çünkü böyle bir gençliğe sahip olan bir ülkenin geleceği parlaktır.”

“Yedigün” dergisinin muharriri Kandemir Bey ziyaretini anlatıyor.

İşte bembeyaz bir hastane odasının bembeyaz bir yatağında solgun, mecalsiz ve bitap yatıyor.. yavaşça soruyorum: özledin mi bizi Üstat?

Özlemek mi oğlum...özlemek mi?

Gözlerini yumdu sonra kesik kesik konuştu: “

“Mısır’dan üç gecede geldim. Bu üç gece otuz asır kadar uzun sürdü...orada on bir yıl kaldım... Fakat bir an oldu ki on bir gün daha kalsaydım çıldırırdım...
Hasret...

Çok acı..”
Ya kavuşmanın Sevinci ?

“onu sorma oğlum... Onu ben kendime bile soramıyorum.Ancak yazık ki vapurdan çıkar çıkmaz yatağa düştüm. Hiç birşey göremedim. “

Ve kendi kendine söylüyor,

“ Cennet gibi yurdumdayım ya.çok şükür. 

Terekesi

Ölümünde geride bıraktığı dünyalık çok manidardı.

Bir kat elbise.Yeni bir şapka(Hayatında tek şapkadır.)

Bir Mavzer tüfeği.

Bir istiklal madalyası (Bu ikisini BMM’ de milletvekili iken almıştı.)

Yastığının altında bir kaç lira.

Ve bir fakron saat.

Bu saat çok mühimdi.Kendi verdiği sözü bu saatle tutar;sizin beş dakika geç kaldığınızı da bu saatle ispat ederdi ve bu saatin yanlış olduğunu söyleyemezdiniz. Yeni cami ayarıydı.

Bu memlekete,Akif’ in çeyreği kadar emek ve hizmeti geçmemiş insanlar,Karun’u kıskandıracak  mal ve mülke sahip iken işte Mehmet Akif’ in geride bıraktıkları...

Ama asıl terekesi, asaletini ve duruşunu bozmayan bir adamın eşsiz ahlak ve karakterinin ürünü başucu kitabımız olacak” Safahat” tı...

Asıl bunları görmek lazım.

Üstat, bir çocuk kahramanını,anlatarak bize rehber olmaktadır. Bu kahraman çocuk, Emevî Halifesi Hişam’a kıtlıktan dolayı yardım istemeye gelir ve haksızlıklarını, kendi malı bilinen emlâkin millete dağıtılması gerektiğini çok mantıkî ve veciz bir şekilde, hem de on bir yaşında bir heyet başkanı olarak anlatmaktadır. Mehmet Âkif’in bu manzumesinin adı Dirvas’tır. Dirvas, on bir yaşındaki kahramandır. Yalnız bir nokta daha dik- kati çekiyor: Beş-on kabilenin baş temsilcisi olarak Halife Hişam’ın huzuru- na dalan Dirvas, korkusuzca söze başlamadan evvel Dua eder, onu çocuk diye Halife susturmak isterken Dirvas, hemen cevap verir:

... Nedir bu âzâr

Mikyası mıdır zekâvetin sin?

Dirvas’ı çocuk mu zannedersin? (Düzdağ 2003: 98)

Zekiliğin ölçüsünün yaş olamayacağını, böylece çocuğun, yaşı küçük olmasına rağmen, zekâsıyla kendini ortaya koyabileceğini anlatan Dirvas, Halife Hişam’ın ihtişamlı ve lüks hayatını fakirlerinki ile şöyle kıyaslar:

Yok sendeki ihtişama pâyân

Bizlerse alay alay sefîlân

Bir yanda demek ki fazla var, çok;

Hayfâ ki öbür yanda hiç yok.

Öyleyse biraz tevâzün ister

Evvel beni dinle, sonra hak ver.

Nerden buldun bu ihtişamı?

Halkın mı, senin mi, Hâlıkın mı? (Düzdağ 2003: 99)

Her üç halde de halka dağıtılması gerektiğine, dördüncü şıkkın yani hırsızlık eseri olsa bile yine de dağıtılması icabettiğine Halife’yi inandıran Dirvas’ı sonunda Hişam takdir eder ve isteğini yerine getirir:

Mebhut ederek bu söz Hişam’ı,

Huzzâra demiş: Görün kelâmı

Yok bende cenâb-ı redde kudret...

Hayret bu civan dehâya hayret!

İcab ediyor ki şimdi insaf:

Mes’ulu hemen olunsun is’af. (Düzdağ 2003:100)

Böylece kabiliyetli çocukların iyi yetiştikleri takdirde neler yapabile ceğini anlatmaya çalışan Mehmet Âkif; çocuğu tabii seyrinden, aileden, cemiyetten, realiteden uzak yetiştirmenin, dolayısıyla onları telef etmenin de karşısında olduğunu ortaya koymuştur. Hayat çocuklarla manalıdır, hayatın neşesi, sevinci, ailenin ve cemiyetin huzuru onlardır; çocuk hayatı sevdiren harika bir yaradılış tablosudur; ama canlıdır. Aile, devlet onlar için vardır; din ve devlet onlarla istikbalden emindir.

Batı’daki bir kısım terbiyeci ve filozof gibi, Âkif çocuğa ne aileyi, ne cemiyeti, ne tabiatı, ne mezarlığı, ne bayramı, ne eğlenceyi, ne dini, ne mabedi, ne siyaseti yabancı görmüştür. Aksine onu hayatın, hadiselerin, acının, elemin, kederin, sevincin, sıkıntının, meşakkatin tadılarak yetiştirilmesini istemiştir. Ama bu yetişme tarzında en büyük örnek, fiilî ama, sözsüz öğretmen anababadır. İpekli Tahir Efendi’nin oğlunu yetiştirdiği gibi.” (Bolay 1986: 38–42)

Efendim!

Üstat Sezai Karakoç’un dediği gibi bağlayalım.

Boşuna yaşamadın,

Boşuna savaşmadın,

Ve boşuna ölmedin...

Mehmet Akif öldüğünde hakkında yazı- lanlar öyle küçük bir hatırlama fasiküllerine sığacak ölçekte değildi. Çoğu kitap olacak boyutta idi. En lirik tespiti Hüseyin Cahit Yalçın yapmıştı: “Mehmet Akif’in hayatı, eserlerinden çok daha muhteşem bir şiirdir...”

NE DEDİLER?
 
“Akif, dini bir sanatkar gibi değil, bir mütefekkir gibi sevmiştir.”

Mithat Cemal

“ O hayatı boyunca hiç kimseye karşı en ufak bir zillet göstermemiştir. Onurunu rencide edecek ufak bir söze, harekete hatta bakışa bile tahammülü yoktur.”

Eşref Edip

“ Mehmet Akif’in ihlasının önünde hiçbir batıl ve yanlış duramamıştır.”

Yozgatlı İhsan Efendi

“Doğu İslamlığının,Batı İslamlığının ve merkez İslamlığının bir sentezi çocuktur”

Sezai Karakoç 

“ Akif batmakta olan bir toplumu kurtarmanın çığlığıdır ve öfkesidir, yakarışı ve direnmesidir.”

Sezai Karakoç 

“Keskin ve adilliğiyle Ömer, savaşçılığıyla Ali , merhametiyle Osman, dirayetiyle Ebubekir oldu.

Medeniyet tarihinde şiir ırmağına dahil oldu.

Yağmuru bol olan bir toprağın bereketi ve zenginliğiyle kendisi oldu.”

Ali Haydar Haksal

“ Akif yalnız bizim yüzyılımızın değil hatta tarihimizin en büyük destan şairidir.

“ Akif’in 63 yıllık ömrü, bir destan güzelliğinde geçmiştir.Büyük vatanseverdir”

Yavuz Bülent Bakiler

“Akif bir siyaset Müslüman’ı olmaktan daha çok bir Kuran ve ilim Müslüman’ıdır.”

Ahmet Kabaklı

“Acaba   hangi kelime, hatta isim, anam babam dahil, bana Akif’in ismi kadar dokunuyor! Hiçbiri...Hiçbir kimse bu vefalı  memleket evladı kadar bende sevgi ve saygı uyandırmamıştır.O  gönüllerimizin
 rakipsiz sultanıdır.Ona ‘ Bizim Akifimiz’ diyoruz. Tıpkı ‘ Bizim Vatanımız ‘ der gibi .”

Osman Yüksel Serdengeçti

“ Edebiyat ve sanat tarihimizde  Akif’ in yeri,derinlikte Yunusların ayak ucunda ise,azametle parlaklıkta Fuzulilerle Sinanların başucundadır. Akif yalnızca yirminci asrın Müslüman Türk şairi değil, dokuz yüz yıllık tarihimizin en yükseklerde duran terennümcüsüdür.O koca tarihin türbedarıdır.

Nurettin Topçu 

“Akif inancın adamıdır.”

Nazım Hikmet

“Mehmet Akif,kuyruklu yıldızlar gibi asırda bir doğan fakat tek başına bütün bir ufku dolduran bir bahtiyardı.Sanatının elmas sorgucu bütün iftiralar, anlaşmazlıkla lekelenmeye çalışılsa bile, yarınki nesiller onu Gönül dünyasının bir fatihi gibi alkışlayacaklardır.”

Hakkı Süha Gezgin

“Akif’in harp arabasını  iki at çeker.Biri iman ve İslam savaşçısı, öbürü şair. Esas olan birincisi O, bütün kuvvetini İmanından aldı ve birbirine dayalı iki kalas gibi, imamını şiiriyle taşırken şiirini imanı sayesin de ayakta tutabildi. Ya onun iman cephesi! Bütün köşeleriyle iman ve İslam savaşçısı 

Cephesi! Bu köşeler, hikmet, hakikat, ilim, ahlak ve aksiyonculuk seviyesi  noktalarında toplanır.”

Necip Fazıl Kısakürek

“ Akif; evvela Müslüman, saniyen Müslüman,salisen yine Müslüman’ dır.”

İsmail Hami

“Eserlerini bir derviş sabrıyla, bir devrimci çoşkusuyla inşa ederken toplumun  en ücra bölmelerini nüfuz edebilmiş, toplumun yaşadığı hayat memat mücadeleci sürecinde toplumun zaaflarını ve imkanlarını derinlemesine müşahede ederek oradan varoluş hikayesi ve hakikat mücadelesi ruhu devşirmiş ve bunu realizmin en zirve noktasına  taşıyarak  anıtını dikmiştir.”

Prof.Yusuf Kaplan

“Akif’in bizde hayranlık uyandıran en büyük tarafı ahlak ve karakterindeki selabettir.Bütün hayatında eğilmek nedir bilmedi.
Samimiyetsizlik, riya, dalkavukluk, korkaklık, inanç ve prensiplerinden fedakarlık Akif ‘ in tanımadığı şeylerdir. İnandığı davadan sonuna kadar dönmedi. İdealist bir adamdı. İdealinden prensiplerinden bir an olsun ayrılmadı.Her ne pahasına olursa olsun bunları müdafaa etti. Bir ideale bağlı olan, inandığı davası ve prensiplerinden asla yüz döndürmeyen bir kimse-hatta davasına inanmasak bile- bizde derin hürmet uyandırır.Kendilerine gönlümüzü vermekten çekinmeyiz.”
Faruk Kadri Demirtaş

“Ben Mehmet Akif’i büyük şair, büyük vatansever, manzum hikayeler ve vaizler yazarı, bilhassa inanmış bir insan olarak her hatırlayışımda evliyalar kadar temiz ve lekesiz görebilmenin hazzını duyarım.”
Nihat Sami Banarlı

“Şair Akif, bir Müslüman milliyetperveri idi. Yani Arnavut olduğu kadar Türk, Türk olduğu kadar Arap, Osmanlı, aşırı bir ümmetçi idi. Vatanseverliği, Müslümanlık alemi genişliğindedir.

Fakih Rıfkı Atay

Bu özet; Üstad, Yazar  sayın Mehmet Nezir Gül beyefendinin eşsiz “ Duruşunu Bozmayan Adam Mehmet Akif Ersoy” adlı eserinden derlemeye gayret ettim.

“Niyet Hayır Akibet Hayır Olur.”

İnşaallah.

Haftaya görüşmek üzere,

Kalın sağlıcakla...
 

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorum Yap

Yazarın Diğer Yazıları