İslamofobi ve Paris Saldırısı

19.01.2015 06:28

Sovyetler Birliği, II. Dünya Savaşı’nda sonra oluşan iki kutuplu dünyada, başka bir deyişle, Soğuk Savaş döneminde, Müslüman coğrafyasında anti-emperyalist, Batı karşıtı, bağımsızlıkçı bir politika izleyerek etkin bir rol üstlenmek istemiştir.

Buna karşılık ABD ve Batı dünyası, Sovyetler Birliğine karşı bazı İslamcı gruplara destek vererek “Yeşil Kuşak Projesi” ile İslam’ın cihatçı yorumunu ön plana çıkarmış ve böylece savaşan cihatçı gruplar oluşturulmasını sağlamışlardır. Böylece Sovyetler Birliği’ne karşı savaşan Müslümanlar kendilerini “Allah adına savaşan kişiler” olarak görmüşlerdir.

Bu dönemde, her iki devlet de doğrudan silahlı çatışmaya girmemiş, mücadelelerini “vekil savaşları” ve “ideolojik savaş” la yürütmüşlerdir.

Soğuk Savaşın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra başta Afganlı mücahitler olmak üzere, ABD ve Batı tarafından desteklenen cihatçı gruplar, bekledikleri desteği bulamadılar ve tehdit unsuru olarak görülmeye başlandılar.

Sovyetler Birliği ile Afganistan’da savaşan mücahitleri “kutsal savaşçılar” olarak niteleyen ABD ve destekçisi Batı, özellikle 11 Eylül 2001 olaylarından sonra bu grupları, dünyayı tehdit eden “radikal dinci teröristler” olarak ilan etmiştir.

Sovyetler Birliği’ne karşı yürütülen söz konusu savaş, İslam dünyasında “cihat” olarak sunulsa da, kurgulanışı, süreci ve sonucu itibariyle Müslümanların kullanıldığı, daha sonra da kaderine terk edildiği bir savaş olmuştur.

Bunu anlayan, İslam’ın radikal/cihatçı yorumuyla yetişmesi sağlanmış ve Sovyetler Birliği’ne karşı savaştırılmış cihatçı gruplar, Müslüman dünyanın çekmekte olduğu sıkıntıdan ve düştüğü kötü durumdan ABD’yi ve İsrail’i sorumlu tutmaya başlamışlardır.

Bunun üzerine ABD ve Batı; kendisine sorun çıkarmayan, kendisi ile çatışmayan, herhangi bir politik talebi olmayan “liberal İslam” ya da “ılımlı İslam” olarak tanımladığı alternatif bir model üzerine çalışmaya başlamıştır. Böylece baş düşmanı olarak tanımladığı “radikal/siyasal İslam”a karşı, yeni “Müslüman savaşçıları” çıkarmış olacaktır. Ancak bu proje, Müslümanlar tarafından tepki ve şüphe ile karşılanmış, fazla bir destek bulamamıştır.

Bugün ABD ve Batı, Soğuk Savaş döneminde beslediği ve eğittiği “cihatçılarla” “teröre karşı savaş” adı altında mücadele etmektedir. Ancak, karşılarında düzenli bir ordu ya da grup bulamadıklarından bu mücadele istedikleri ölçülerde, başarılı yürümemektedir.

ABD ve Batı, Müslümanları siyasetin bir aracı olarak ele almakta, onları dinleri için değil, kendi amaç ve çıkarları için kullanmaktadır. Bunu da kendisine duyulan tepkiden dolayı Müslüman müttefikleriyle ya da Müslüman kukla devletler kanalı ile yapmaya çalışmaktadır.

Son günlerde, ABD ve Batıda, “ İslamofobi “ olgusu ve yabancı düşmanlığı giderek artmaktadır. Kitlesel iletişim araçları, İslam’a yönelik asılsız ve kışkırtıcı haber ve yayınlarla, kendilerine verilen rolü, ifade özgürlüğü adına oynamaktadır. IŞİD gibi olumsuz örnekleri ve hiçbir dinin kabul edemeyeceği bazı dehşet verici görüntüleri çok iyi kullanarak, küresel ölçekte bir İslam ve Müslüman korkusu var edilmeye çalışılmaktadır. Bunun neticesinde Müslüman göçmenler ötekileştirilmekte ve radikalleşme sürecine girmektedir.

Bu projeli ve planlı çalışmalarla üretilen korku, endişe ve düşmanlık sonuç vermiş, Müslümanların kutsal mekânlarına saldırılar başlamıştır. Aynı zamanda ‘Batının İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar’ (PEGIDA) hareketi öncülüğünde, yaklaşık 17 binden fazla kişinin katılımı ile Almanya Dresden’de Müslüman toplulukları hedef alan bir gösteri düzenlenmiştir. Bu durum, çok kültürlülüğü öngören Avrupa değerleri ile bağdaşmamaktadır.

Ancak siyasi aktörlerin ırkçı, kışkırtıcı söylem ve eylemlerine karşı, Münih’te evrensel değerlere sahip çıkan karşıt bir gösteri düzenlenmesi de gecikmemiştir. Çünkü Avrupa kamuoyu gerginlik istememekte, birlikte yaşamanın yolunu gösterecek makul politikalar üretilmesini beklemektedir.

Müslümanları rahatsız edebilecek bir oyun daha sahneye sürülmek istenmektedir. Batının islamofobi faaliyetleri ile radikalleşen ve kendisine İslamcı diyen gençler, terör örgütlerinin tuzağına düşmekte ve birtakım eylemler içerisinde yer almaktadırlar.

Nitekim 7 Ocak 2015 tarihinde, Fransa’nın Hiciv Dergisi Charlie Hebdo basılmış, buradaki saldırıda 12 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu saldırıyı gerçekleştirenlerin Fransız vatandaşı, Kuzey Afrika kökenli, Müslüman, Cherif ve Said Kouachi kardeşler olduğu açıklanmış, 2 gün geçtikten sonra Paris yakınlarında bir kasabada kıstırılarak öldürülmüşlerdir. Aynı zamanda Kouachi kardeşlere destek amacıyla bir market de 15 kişiyi rehin alan Amedy Coulibaly isimli terörist, eş zamanlı bir baskınla öldürülmüş burada da 4 rehine can vermiştir.

Saldırıları üstlenen Yemen EL Kaidesi, Fransa’ya “Allah’a ve Müslümanlara karşı savaşa devam ettikleri sürece güvende olmayacakları” tehdidinde bulunmuştur. Ayrıca IŞİD de eylemi meşru ve teröristleri kahraman ilan etmiştir. Bazı basın organlarında eylemcilere ait, IŞİD’le bağlantılarını gösteren video ve resimler vakit geçirilmeden servis edilmiştir.

Gelinen noktada, Paris saldırısı akabinde konu uzmanlarının ortak kaygıları olarak aşağıda belirtilen farklı senaryolarla karşılaşılma ihtimali yüksek olacaktır.

a) İslamofobi üretenler ve pazarlayanlar, böyle bir eylemi fırsat bilerek, İslam dinini adres gösterecek ve İslam’a karşı var olan korkuyu artırma çabası içerisine gireceklerdir. Bu durum, tüm dünyada dini değerler üzerinden yeni kutuplaşmalar yaratacaktır.

b) İslamofobi yaratıcıları, İslam’ı şiddetle, kan ve gözyaşı ile ilişkilendirerek, Ortadoğu’da diktatörlüklere destek vermeye devam edeceklerdir.

c)Avrupalı demokratların, algı operasyonları ile aşırı sağa destek vermesine zemin hazırlanacak, İslam karşıtlarının daha fazla sertleşmesi sağlanacaktır.

d) Yaşananların intikamını almak isteyen radikal, ırkçı gruplar, özellikle Müslümanlara yönelik saldırılarda bulunacak, şiddet şiddeti doğuracağından, yeni saldırılara da ortam yaratılacaktır.

e) Avrupalı Müslümanlar, hiçbir şekilde kendilerini güvende hissetmeyecek, korku ve endişe içerisinde kapalı bir toplum haline getirilecektir. Hatta planlı bir strateji ile göçe zorlanacaklardır. Böylece nihai amaç olan medeniyetler savaşına sürüklenme süreci başlamış olacaktır.

f) IŞİD adına savaş bölgelerine giden Müslümanlar, ülkelerine döndüklerinde savaşın bir parçası olmaya yani terörist faaliyetlerde bulunmaya devam edeceklerdir. Uyuyan hücre olarak, bulundukları yerde bırakılanlar ise, gerektiğinde uyandırılarak terör eylemlerinde kullanılacaklardır.

Bu olası senaryoların gerçekleştirilmemesi adına, siyasette yeni bir dengenin kurulması, medeniyetler arasında işbirliği ve diyalog çabalarının devem ettirilmesi gerekir. Bu konuda, Türkiye önemli bir aktördür.

Paris saldırısı, tüm dünyada sosyal ve siyasal çalkantılara neden olmuştur. Saldırının akabinde, 12 Ocak’ta, Paris Cumhuriyet Meydanı’nda, 53 liderle yaklaşık 1,5 milyon insanın katıldığı, “İnsan özgürlüğü ve Kardeşliği” yürüyüşü yapılmıştır. Bu yürüyüşe Müslüman liderler, dini cemaatlerin önderleri, Müslüman STK’lar ve Müslüman vatandaşlarda katılarak terörü telin etmişlerdir.

Bu yürüyüşe katılan, uyguladığı devlet terörü ile binlerce Müslüman katleden İsrail ve bu eylemlere pasif destek veren ABD, bir kez değil, bin kez düşünmeli ve geçmişten bu yana izlemeyi sürdürdüğü politikalarını süratle gözden geçirmelidir. Avrupalı liderler de göçmenleri ötekileştirecek ve radikalleştirecek eylem ve politikalardan uzak durmalı, onların toplumla uyumunu gerçekleştirecek projelere öncelik vermelidirler.

Türkiye ise Fransa’daki bu yürüyüşe Başbakan Ahmet Davutoğlu düzeyinde katılarak, her türlü teröre karşı olduğunu tüm dünya kamuyu önünde açık ve net bir şekilde vurgulamak istemiştir. Türkiye’yi IŞİD ve El Kaide gibi radikal İslamcı örgütlerin hamisi gibi gösterme çabası içerisinde olanların umutları boşa çıkarılmış ve bunlara yönelik gerekli diplomatik mesajlar üst düzeyde verilmiştir.

Anlaşılacağı üzere, terör küresel bir boyut kazanmıştır. Böyle bir saldırıyı kabullenmek insanlık dışıdır. Radikal ya da fanatik duygularla, kanlı eylemlerde bulunanlar, İslam dini ile ilişkilendirilemez. Çünkü ‘Terörün dili, dini, ırkı olmaz.’ Bir derginin yazı işleri ofisini basarak, orada bulunan insanların öldürülmesi hiçbir bahane ile açıklanamaz.

Charlie Hepto ve market saldırılarını savunmak ne kadar yanlışsa, bazı grupların bu olayı istismar ederek, İstanbul’da, “Hepimiz Charlie’yiz” şeklinde slogan ve pankartlarla yürüyüş düzenlemesi o kadar yanlıştır... Düşünce ve ifade özgürlüğü en temel insan haklarından biridir. Ancak insanların kutsal saydığı değerlere karşı hassas olunması gerekir. Nitekim Papa Francis, bu doğrultuda bir beyanat vermiş, “Eğer biri anneme küfür ederse, yüzüne bir yumruk yemeyi beklemelidir. Bu normaldir, insanları provoke edemezsiniz. Diğer insanların inançlarını aşağılayarak alay konusu yapamazsınız.” İfadelerini kullanmıştır.

Bununla birlikte, İslam Dünyası da kendisini sorgulamalı, bugün içerisine düştüğü durumu iyi analiz etmelidir. Müslüman ülkeler, ortak bir anlayış ve yol haritası belirleyerek, İslam dinini silahlı örgüt görüntüsüne büründürme çabalarını boşa çıkartmalı ve bunun için gerekli adımları bir an önce atmalıdırlar. Her olayı Batı ile ilişkilendirmek, sorumluluğu tamamen ABD ve İsrail’e yüklemek de doğru ve inandırıcı gelmemektedir.

İslam Dünyasının sorunları dinden kaynaklanmamaktadır, siyasi ve sosyolojiktir.

Batının yanlışlıkları ve ürettikleri “islamofobi”, bu gerçeği ortadan kaldırmaz. Paris saldırısı, İslam dininin gerçek bakışını ve mesajını tüm dünyaya ve insanlık âlemine anlatma zamanı ve fırsatı olarak değerlendirilmelidir.

Oyun bozulmalıdır ve oyuna gelinmemelidir…

Yar-ı küfrü gezdim, beldeler kâşaneler gördüm

Dolaştım mülk-i İslam-ı, bütün viraneler gördüm

Ziya Paşa (1870)

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorum Yap

Yazarın Diğer Yazıları