Gazeteciysen, gel de yazma…

16.01.2023 14:00

Aslında hepimiz için bakıp ta gördüğümüz nesne aynıdır.

Sadece bakış açımız ve farklı yorumumuz ayrıdır.

Örneğin bu bakış ve yorum biz gazeteciler için de aynıdır.

Yani yaşadığımız ortamda sürekli gördüğümüz nesneler ve cisimlere bir süre alışkanlık kazanınca onun kendi parçamız olduğunu sanırız.

Oysa yaşayıp kabullendiğimiz o alana bir başkası geldiğinde onun bakış açısı ve yorumları bizi uyarır. Yada biz farklı bir yere gittiğimizde gördüklerimiz karşısında gazetecilik duygularımız kabarır ve onu haberleştirmeyi düşünürüz.

Bu farkındalıkları ancak felsefe bilimcileri daha iyi anlatabilir.

Şimdi gelelim konumuza.

Bulunduğumuz ortamlarda biz gazetecilerin her şeyi çok iyi bildiği, çok tarafsız yorumladığımız düşünülerek sorgu sual ediliriz.

Hatta karşımızdakinin kâtibi gibi talimat alırız. “Yaz gazeteci yaz” diye.

Tabi ki karşımızdakinin bakış açısında yazarsak ne ala..

Yazmazsak “Tu-Ka- ka”

Sanki o şikâyeti bize ifade edenler, ilgili makama o şikayetlerini yazamadıkları gibi.

Bazen de ahkam kesip, bizden daha ileri gazeteci olduklarını düşünerek mesleğimizi de eleştirip hakarete kadar götürüyorlar.

Şimdi işin cılkını çıkarmadan yazmaya başlayalım.

Gazetecilik, muhabirlik, bir yana çevremizde gördüğümüz tüm olumsuzluklar hepimizin derdi ve sorunu sayılır.

İşte o dertlere bir çözüm bulmak gerek.

Ama nasıl?

Örneğin kentin göbeğinde yer alan Araştırma Hastanesini gözümüzün önüne getirelim. Dört bir yanı yol.

Ambulansların hastaneye acil bölümüne tek bir girişi var.

Ambulansın içinde kıvranan hastayı, yolları dört döndürerek acile getirmenin bir anlamı var mı? Hastanenin her dört tarafından sadece ambulans için özel girişler açılırsa nasıl olur? Vatandaşımız.
Bence çok muazzam olur. Bu düzenlemeyi yapacak beyinlere ihtiyaç var.

O ambulans çağırttıra çağırttıra siren çalarak trafikte rahatsızlık yaratmaz ve trafiğin eli ayağına da dolaşmaz.

Hastane çevresindeki o seyyar satıcılar, simitçi büfeleri, dilenciler, için ne demeli. Bir ara erinmedim tek tek saydım. Hastane çevresinde tam 15 simitçi tezgâhı bir o kadar da seyyar satıcı. Sanki bir panayır yeri. Haa birde perşembeleri Meltem de kurulan Pazar yeri nerdeyse Hastane içine kadar da taşacağı cabası. O kaldırımlara açılan bit pazarı ürünleri. Yol kenarındaki pazarcı araçları. Tam bir curcuna.
Merak ediyorum, bu hastanenin sahibi yok mu?

Müdürü, güvenliği, bekçisi. Gece oldu mu sokakta yaşayan kimsesizlerin evi oluyor. Zemin kattaki koltuklara battaniyesini seren günü kurtarıyor. Pes doğrusu. Birde hastanenin zemin katları var ki yazmaya elim varmıyor. Morg yanında devasa çöp konteynerleri.

Vatandaş cenazesini almak için oraya indiğinde pis kokulardan şok oluyor. Hele birde çöp kamyonu gelmişse dert bir değil elvan elvan.
Söz konu “Gel de yazma” olunca diğer hastane ve sağlık kuruluşlarının da anlattıklarımdan pek farkı yok. Geçtiğimiz yıllar da bir yakınım meydandaki özel hastanede vefat etmişti. Zemin katta olan morga inmek için önce maden galerisinde çalışıp tecrübe edinmeniz gerekirdi.

Çünkü ambulansın ya da cenaze aracının inemediği bu kıvrımlı tünel çıkışını görmelisiniz. Ceset sedyeye bindirilip üç beş kişinin ittirmesiyle yer yüzeyinde bekleyen cenaze aracına taşınıyordu. Ha bire isim değişen bu sağlık kuruluşuna işletme ruhsatı veren kurumu da merak ediyorum.

Gazeteciler fikir işçisi olarak kamuoyunun gözü kulağıdır. Gördüğünü, bildiğini, duyduğunu, bir masanın dört ayağı gibi toparlayıp sağlam hale getireceği bilgiyi kamuoyu ile paylaşması asıl görevidir.

Yaşadığım kentte bizim gözlemlediğimiz yanlışları, idarecilerinde gördüğüne yüzde bin eminim. Nedense onlar sürekli yanlışları görmekten doğrunun da ‘yanlış olduğunu’ algılamaya başlamışlar.

Otobüse binen iki yaşlı çift. Birinin kartı evde kalmış ya da unutmuş. Otobüs şoförü yaşlı adama, “Ben anlamam ya birinden kart al bas, ya da in” deyince adam, “Şoför bey devlet bize bu hakkı verdi. Nüfus cüzdanıma bak gereğini yap. Beni avrattan ayırma” cevabını verdiğinde yolculardan çıt çıkmadı. Zavallı adam başladı otobüs içinde basılacak kart aramaya. Sonuçta ben 10 tl verip işi çözdüm ve sürücüye, “Devletin verdiği bir hak var. Sizin de böyle durumlarda inisiyatif kullanmanız gerekmez mi” dedim. Aman demez olaydım nerdeyse sürücü ile yaka paça dalaşacaktık.

İşte biz gazeteciler yaşamda ters giden şeyleri, kamuya zarar veren aksaklıkları yazmazsak olur mu? Ben yazmazsam, sen söylemezsen ne olacak halimiz. Hele bu ekonomik kriz ortamında kim dile getirecek dertleri sorunları. Keşke her şey güllük gülistanlık olsa da o Gül’e “Senin de dikenin var” diye yazabilsek.
Selda Bağcan’ın yıllar önce şiirleştirip sazının tellerinde anlamlaştırdığı;

“Yaz gazeteci yaz bizim halları da yaz.
Şehirde ojeli parmakları yazma bir de bizim köyde nasırlanmış elleri de yaz”

derkenilkeli bir gazetecinin duruşunu ne güzel ifade etmiş değil mi?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorum Yap

Yazarın Diğer Yazıları