Doğa ve çevre katliamlarının perde arkası

25.07.2021 14:56

Açıkça yazmak gerekirse, dünyada doğasını en acımasızca kullanan ve kirleten ülkeler arasında olduğumuz artık net bir şekilde ortaya çıktı. Türkiye’nin son yıllarda zirve yapan bu umursamazlığı ve tavrı dünya basınında sürekli yer alıyor. Yani her türlü konuda rezaletin bini bir para.

İşin en tehlikeli tarafı ise yönetenlerin bu konuda durdukları tarafın garipliği!

İşletmeci, sanayici, vatandaş, tarım sektörü vs. doğaya verdiği zararı umursamıyor bu tamam, anlaşıldığı kadarıyla para çevre değerlerini de ezdi geçti.

Ama ülkeyi yönetenlerin en önemli görevleri arasında vatanı ve milleti korumak kadar Anadolu’nun doğasını - hiçbir tavize yer vermeden - korumak da var.

Doğa olmazsa ne vatan, ne millet, ne din, ne sağlık, ne ekonomi olur…

Oysa atalarımız böyle yapmazdı.

Türk’ün ataları doğayı tanrılaştırmıştır, dilek çaputunu ağaca bağlar, mezarlarını dahi doğayla bütünleşmesi için ağaçtan inşa ederdi.

Ancak ülkemizdeki son duruma bakıyorsun birileri ellerinden gelse doğayı çuvallara doldurup götürecek.

O kesim doğanın yeşilini doların yeşiliyle karıştırmış durumda.

Doğaya tırpanı vurduğunuz zaman, yaşam kaynaklarımız olan havaya, suya ve toprağa da vurmuş oluyorsunuz. Hoca’nın ifadesiyle, bindiğiniz dalı kesiyorsunuz. Ama kime anlatıyorsun? Bir kulaktan girip diğerinden çıkıyor desek yeterli değil. Bu beyinlere çevre uyarısını ulaştırabilmek için o kulaktan gri maddeye tünel açmak gerekiyor.

Şimdi kısaca Türkiye’deki çevre sorunlarına bakalım.

İklim değişikliği, çölleşme, biyolojik çeşitlilik kaybı, ormansızlaşma, ozon tabakasının tahribatı, asit yağmurları, hava, su ve toprak kirliliği, tehlikeli atıklar, deniz ve okyanus kirliliği vs…

Bunlar nelere yol açıyor? Çevrenin sürdürülebilirliğini tehlikeye atıyor, insanların güvenliği, sağlığı ve üretkenliği, diğer canlı türlerinin bekası ve gıda güvenliği ile su kaynakları üzerinde tehdit yaratıyor. Yani yaşamı yok ediyor.

Biraz daha detaylandıralım;

Tarım topraklarımız betonlaşıyor, tatlı su havzalarımız kirleniyor ve kuruyor, havamızın en büyük düşmanları fosil yakıtlar ki, bu fosilleri neredeyse bir sarıp içmediğimiz kaldı.

Bu bölüm için birkaç küçük örnek vereyim; Ülkemizde bir kesim tarafından ucuz inşa maliyeti nedeniyle tercih edilen Çin malı termik santrallerde kullanılan yerli kömürler soluyacağımız havayı katranla dolduruyor. Çünkü bu santraller yabancı kömür kullanımı için planlanmış. Ancak bunları işletenler ucuz olduğu için yerli kömür kullanıyor ve havamızı bombalıyor. Hala patır patır Çin malı termik santral dikiliyor.

Jeotermal enerji santralleri de tarımın ve havanın bir numaralı düşmanlarından… Ancak özellikle batı illerimiz bu santrallerin işgali altında. Yöre insanı, tarım bitti, topraklarımız gitti diye çığlık atıyor, kimsenin umurunda değil.

Rusya’yla ilişkilerimizin hatırına Mersin’de yaptırılan nükleer santralın ise sürekli zemin betonu çatlıyor, üzerini sıvayıp geçiyorlar!

Yarın bir gün bu çatlayan betonun üzerine reaktörler inşa edilecek. Bu çatlamanın sebebi de, Akdeniz’in suyuyla soğutulacak olan santralin denizin kıyısına yapılması ve deprem hattının yanı başında olması!

Üstelik hemen yan tarafta da savaş bitmiyor!

Türkiye’nin çevre sorunları yazmakla elbette bitmez, bu yazıyı yazmamdaki neden göz ardı edilen gerçeklerden örnekler vermek.

Bir misal daha verelim; Karadeniz sahillerinde artık hamsi ve palamut ya var ya yok. Bunun nedenleri arasında iklimsel unsurlar da var ama esas konu başka. Karadeniz’e akan nehirlerin üzerine yapılan HES’ler çok büyük sorunlar yaratıyor. Örnek vermek gerekirse, bu nehirlerin denize taşıdığı organik maddeler yani balık besinlerinin önü kesildi. Hamsi de haklı olarak bizim kıyılarımızdan kaçtı, HES yapmayan, nehirlerden denize bolca besini gelen diğer ülkelerin kıyılarında geziniyor.

Bu nedenle de Türk milleti avucunu yalarken, o ülkelerin insanları hamsi ziyafetleri çekiyor.

Gariplikler yaz yaz bitmiyor.

Denizlere atılan plastikler büyük sorun biliyorsunuz. Balıkların yediği bu maddeler insan bedenine de giriyor, ayrıca denizdeki canlı yaşamını ve üremeyi olumsuz etkiliyor. Akdeniz’in turizm başta olmak üzere Akdeniz’den büyük ekonomik raht elde eden Türk milleti neden bu denizi en fazla kirleten ulus oldu?

Çünkü Avrupa’nın tüm çöpünü ithal ediyoruz da ondan. Bize gelen bu atıklar, bir şekilde nehirlerimiz yoluyla Akdeniz’e atılıyor. Hani nehrin kenarında damperini dikip çöpü suya boşaltan kamyonlar var ya, onlar da bu sorunun bir parçası…

Doğa cenneti Antalya’ya bakarsak bu güzel kent de doğa kırımına uğramış durumda. Tarım alanları elden gidiyor, tatlı sularına ve denizine kanalizasyonlar akıyor, ormanları kamyon kamyon taşınıyor, dağları taşları, mermer ocakları yüzünden delik deşik, patlatılan dinamitler su kaynaklarını yok ediyor. Yaz yaz bitmez.

Bir iki küçük örnek de kentimizden verelim ve konuyu kapatalım;

Bu örneklerden biri Alanya.

Alanya’nın iç bölgelerindeki arıtmalardan nehirlere oluk oluk arıtılmamış kanalizasyon akıyor. Bu kanalizasyonlar ilçeyi şöyle bir turlayarak denize ulaşıyor! Öte yandan Alanya’nın hayat damarı

Dim Çayı’nın üzerine kurulan HES, suyu keserek canlı bölgede yavaş yavaş kangrene yol açıyor. Ayrıca Dim’in denize ulaşması engellendiği için sahillere kum da gitmiyor ve bu nedenle cennet ilçenin plajları yok oluyor!

Hadi bir tane de Korkuteli’nden örnek verelim;

Korkuteli ilçesinin sulu tarım yapılan bir köyü var Dereköy; Bu köy Avrupa’ya çok leziz meyveler ihraç ediyor ayrıca hububat ekimi ve hayvancılık da var. Dereköy aynı zaman bir antik bölge.

Hemen yer yanından tarihi eser parçaları çıkıyor. Müze yetkilileri ara ara gelip tarihi eser hasadı yapıyorlar, bazılarını toplayıp müzeye götürüyorlar. Yani o coğrafyanın altında bir de tarihi zenginlik yatıyor.

Unutmadan yazayım bir de Dereköy coğrafyası Korkuteli’nin su havzası! Yani bölgenin suyu buradan geliyor, geçiyor ve insanlara, hayvanlara ve bitkilere can oluyor.

Peki Dereköy’de şimdi ne yapılıyor yazayım mı? Yazayım tabi…

Bu sulu tarım cennetine, antik bölgeye ve Korkuteli’nin su havzasına KÖMÜR MADENİ yapılmak isteniyor!!!

Neymiş efendim bir siyasi gruptan torpilleri varmış!

Üstelik Antalya Tarım İl Müdürü’nün talimat aldığı ve bu bölgeye maden ocağı açılması için canla başla çalıştığı, hatta izin vermesi gereken diğer kamu kurumlarını da ikna ettiği öne sürülüyor.

“Yok artık, hem de tarım müdürü öyle mi?” demeyin.

Vallahi ben de ilk aşamada inanamadım ama öyleymiş…

Esen kalalım, havamıza, suyumuza çöreklenenlere engel olalım.

Yorumlar

Hilmi dedi ki;

2021-07-28 22:28:17

Dostum bu yazdıkların çok doğru fakat ne yazık ki önlem alacak yetkililer yedi uyuyanlar gibiler.Sana tümüyle katılıyorum.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Yorum Yap

    Yazarın Diğer Yazıları