Çocuklarınızın yüreğine dokunun, beyinlerine değil

24.12.2020 13:05

Değerli Okurlarım,

Çocuklarımızın uzaktan eğitim süreci hepinizi çok yordu değil mi? Çalışmayan programlar, internet bağlantısının olmaması, evdeki teknolojik aletlerin yetersizliği, onları düzensiz uykularından zorla kaldırışlarınızda gösterdiğiniz çaba… Bunları o kadar uzatabiliriz ki! Ben de 11 yıllık öğretmen olarak  bu süreçte aldığım NLP  (zihin dili programlama)  eğitimleri ışığında sizlere yardımcı olacak ve uyguladığınızda gerçekten sevindirici sonuçlar alacağınız, çocuklarınızı başarıya taşıyacak bazı yolları bu ve bundan sonraki yazılarımda paylaşacağım. Sizler de yorumlarınızla yazılarıma yön verebilir, beni sıkıntıya düştüğünüz konularda fikir paylaşmaya davet edebilirsiniz.

Dünyadaki en zor iş “çocuk yetiştirmek” desek abartmış olmayız sanırım. Doğdukları ilk anda yaşadığımız mutluluk, ilk bakışları, gülüşleri, yürüyüşleri, ilk sözcükleri tarif edilemez sevinçle doludur muhakkak.  El bebek gül bebek yetiştirdiğimiz çocuklarımızın okula ilk gidişlerini anımsayın. Ne kadar heyecanla giderler, bizlerle yaşadıklarını paylaşmak için okul dönüşünü sabırsızlıkla beklerler. Fakat zaman geçer,  çocuklar büyür, ortaokul çağından itibaren bize hiçbir şey anlatmaz olurlar. Peki ne olmuştur o heyecanlarına?

Biz öğretmenler içinde bu durum aynıdır. Ortaokula yeni başlayan çocuklar tahtaya kalkmak için birbirleriyle yarışırken onlara dokunan gizli bir el sindirir hepsini.

Biz orta sona gelen çocuğun ağzından adeta cımbızla alırız lafı. Sessiz, pısırık, sizin deyiminizle içine kapanık oluverirler git gide.

İşte çocuklarımızı bu hale getiren başta biz aileler sonra da dayatılan eğitim sistemidir. Türkiye PİSA ortalamalarına baktığımızda dil ve anlatımda ülke ortalamamız 4, matematikte 3 maalesef. Yani olay şu ki, on iki yıl boyunca matematik gören çocuğumuz sonunda sadece 3 soruya cevap verebiliyor. Ne kadar tuhaf değil mi? Oysa ki bu çocuklara her yıl bir konu öğretsek, onları sadece bir soru cevaplayacak seviyeye getirsek en az 12 soruya cevap vermeleri gerekmez mi? Çocuklarımız binlerce bilgi içinden işine yarayanı buluncaya kadar ömürleri geçip gidiyor.

Biz ebeveyn olarak ne yapıyoruz? Okuldan gelen çocuğumuza sorduğumuz ilk soru “ödevin var mı?”, ikincisi “Hangi dersten sınavın vardı?”  “üçüncü soru “sınavın nasıl geçti?, kaç aldın?, senden daha yüksek alan var mı?

Soru sırası değişse de sanki tüm ebeveynlerin iç sesi oldum sanıyorum. Yazdıklarımın fazlası var eksiği yoktur.

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de “biz insanı en güzel surette yarattık” buyuruyor, ama biz çocuklarımıza salak diyoruz, tembel diyoruz, çalışsan da senden bir şey olmaz diyoruz değil mi?

İnsan beyni o kadar mükemmel ki çalıştırmasını ve neye nasıl tepki verdiğini bilirsek, yani öğrenmeyi öğrenebilirsek olay kökünden çözülüveriyor.   Benzinli bir arabayı mazotla veya gazla çalıştırabilir misiniz? Elbette hayır. Benzinliyse benzin koyarsınız. İşte insan da böyledir.

Bilim adamları insan beynini işitsel, görsel ve dokunsal olarak üçe ayırıyor. Kimi çocuk dinleyerek, kimi yaparak yaşayarak, kimi de her ikisini uygulayarak öğreniyor. Bunları çocuklarımızda  keşfetmek mümmkün.

Beynimiz sağ ve sol olmak üzere  iki lobdan oluşuyor.  Sağ lobunda mantıksal, sol lobunda da hayali düşünceler şekil alıyor. Çocuklarımız sol lobu kullanırken erişkin olarak bizler sağ lobu kullanıyoruz. Bu yüzden de hep çocuklarla bir kavga içindeyiz.

Şimdi ebeveynlere soruyorum: çocuğunuza “oğlum / kızım, bırak o telefonu, kalk şu televiyonun/bilgisayarın başından,  odana git, ders çalış! Yarın sınavın var!” dediğinizde, "Haklısın anneciğim / babacığım, derhal kalkıyorum, odama gidiyorum, dersimi çalışıyorum" diyen bir çocuğa rastlayan var mı? Suratları asık şekilde odalarına giderler, bizler de rahat bir nefes alırız.

Zihin dili programlamacıları insan beyninin kendisine yönelik sözcüklere tepkisini  bir hakaret olarak algıladığını saptamışlar. Yani çocuklarımız “dinle burayı, ders çalış, dediklerimi unutma” gibi ifadeleri yapmamak için direniyorlar.

Anne babalarının kendilerini anlamadığını, başkalarıyla kıyas ettiğini, onlara inat olsun diye çalışmayacaklarını kendilerine söylüyorlar biliyor musunuz?
Sırf ebeveynler kendileriyle ilgilensin, öğretmen arasın diye canlı derslere katılmayan öğrencilerim var benim. Bizim çocuklardan hiç esirgemediğimiz bilgisayarları, telefonları, tabletleri, bisikletleri var. Ama onlara ayıracak vaktimiz, onlarla konuşacak sohbet ortamımız, onları dinleyecek kulağımız yok maalesef.

Gelin bu hafta değişik  bir şey yapın, onların yüreklerine dokunun.

Onlarla yemekte sohbet edin, güncel konuları tartışın.

Sevdikleri bir filmi onlarla birlikte değerlendirerek izleyin.

Yarım saatinizi ayırarak onlarla bir kitabı birlikte sesli olarak okuyun. Alişan Kapaklıkaya Hoca’nın “Yüreğime Dokunan Eller” kitabını şiddetle tavsiye edebilirim böyle bir etkinlik için.

Onlara beğenecekleri manevi değeri yüksek, maddi değeri olmayan bir hediye alın.

Hafta boyunca her gün ”bugün nasılsın?” diye sorun, 'ders çalıştın mı, derslerine girdin mi' diye sormayın.

En önemlisi onların beyinlerine dokunmayı biz öğretmenlere bırakın, siz gönüllerini fethedin olur mu?

Zaman geçiyor ve onları elimizde tutmamız çok zor oluyor. Her anlarının güzelliklerini  birlikte tadın ve sağlıkla kalın.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorum Yap

Yazarın Diğer Yazıları