Yeryüzündeki toplam su hacmi 1,4 milyar km3’ tür. Tatlı su kaynakları toplam su hacminin yaklaşık %2.5’tir. Bu miktarın %68,7’si (24 milyon km3’ü) buz ve kar olarak dağlık bölgelerde, Antarktika ve Arktik’te, %30,1’i ise (8 milyon km3) yeraltı suyu olarak bulunmaktadır. Dünyadaki suyun yüzde 97’si tuzlu sudur. Tatlı suyun büyük kısmını da ulaşması oldukça zor olan buz dağları ve buzullar oluşturmaktadır. Yer altı suları ve yüzey suları insanların içme ve kullanma suyu olarak temin edebildikleri sular olup bunların da miktarı ve kalitesi yıldan yıla, iklime, nüfusa veya ihtiyaca göre değişmektedir. Tatlı su kaynaklarının bu denli az olması, kaynakların korunması, geri kazanılması ve geliştirilmesi gerekliliğini açıkça göstermektedir. İhtiyaç duyulan suyun büyük çoğunluğuna göller ve ırmaklar kaynaklık eder.  Yer üstü tatlı sularından olan bu göller ve ırmaklar ise var olan toplam suyun yalnızca %1’ini oluşturur.

SU KAYNAKLARININ YERYÜZÜNDE DAĞILIMI 

Birleşmiş Milletlerin (BM) hazırladığı Tablo 1’de görüleceği üzere, nüfus yoğunluğu ve temiz su kaynakları her kıtada birbirlerine paralel bir oranda görünmemektedir. Su bolluğu yaşayan bölgeler olduğu gibi, ilerde çok daha ciddi sıkıntılara yol açabilecek su kıtlığı çeken ülkeler de mevcuttur [2]. Su Kaynaklarının Yer Yüzünde Dağılımı (BM verilerine göre)
KITALAR NÜFUS (%) SU KAYNAĞI (%)
Kuzey Amerika 8 15
Güney Amerika 6 26
Avrupa 13 8
Afrika 13 11
Asya 60 36
Avustralya ve Adalar 1 5
SU KAYNAĞI MİKTAR KM 3 %
Denizler 1.348.000.000 97.39
Tatlı Sular
Kutuplardaki Buzullar 27.820.000 2.01
Yeraltı Suları 8.062.000 0.58
Göller ve Nehirler 225.000 0.02
Atmosferdeki Buhar 13.000 0.0001
TOPLAM 1.384.120.000 100
Dünya nüfusunun %30’undan fazlası yetersiz su kaynağı problemiyle mücadele etmektedir. Bu oran, hızla artan nüfus, artan kullanım gereksinimleri, doğal dengeyi bozabilen iklim değişiklikleri, küresel ısınma ve bilinçsiz kullanım gibi birçok sebepten dolayı önümüzdeki on yıl içinde %60’lara varan bir orana ulaşabilecektir. 2025’te 2 milyara yakın insanın su sıkıntısı çekeceği öngörülmüştür [2]. Dünya yüzeyinde toplam su miktarının küçük bir kısmını oluşturan tatlı su, kişi başına oldukça yüksek bir miktar olan yaklaşık olarak yıllık 22.770 m3’e denk gelmektedir. Ancak kişi başına düşen bu yüksek miktara rağmen su sorunun ortaya çıkmasının nedeni kısıtlı bir kaynak olan suyun zaman ve mekan açısından değişken olmasıdır. Kuzey Avrupa, Kanada ya da Muson ikliminin hakim olduğu yerlerde su fazlalığı bulunmaktayken dünyanın özellikle yarı kurak ve kurak bölgelerinde su sıkıntısı yaşanmaktadır. diğer ülkelere göre daha fazla su kaynağına sahip görülmekle birlikte, esasen su zengini bir ülke değildir.

DÜNYADAKİ SUYUN KULLANIM ALANLARI 

Kullanım suyunun oransal olarak dağılımına baktığımızda %69 tarım amaçlı, %19 endüstriyel ve %12 ev tüketimi oranlarıyla karşılaşılmaktadır. Şişelenmiş sular dâhil olmak üzere içecek ve gıda sektöründe tatlı su payı %1’in bile altındadır. %69 tarım amaçlı kullanılan suyun da büyük bir kısmı bilinçsiz kullanımdan ötürü verimliliğini kaybetmektedir.

DÜNYADAKİ SU KAYNAKLARININ DURUMU 

Hem yüzeydeki sulardan hem de yeraltı sularından çok fazla su çekmenin etkileri acı olmaktadır. En dikkat çekici örnek ise;  Aral Denizi’nin ve Çad Gölü’nün boyutundaki şiddetli azalmadır.
Her geçen zaman, dünya genelinde su kaynaklarımız azalmakta ve asla farkına varamamaktayız. İnsanlar su kaynaklarımızın tükenmekle karşılaştığı bu dönemde, sınırsız kaynağa sahipmişçesine düşünmeden savurgan şekilde kullanmaktadır. Oysaki her damla suyun hayatımızda geri dönüşü olmayan kayıplara sebep olduğu bilinse, belki de şu an Aral Denizi, Çad Gölü, Urmiye Gölü vb. içler acısı görüntüler olmayacaktı.
Batı Afrika’da, Kamerun ve Nijer sınırlarının yakınında bulunan Çad Gölü, son 50 yılda tamamen ortadan kaybolmuştur. 1963 yılında Çad Gölü’nün yüzeyi 25.000 km2'de ölçülürken yıllar içinde hacimce% 95 küçülmüş ve 2015 yılında yüzey alanı yaklaşık 1.350 km2 olarak ölçülmüştür.
Büyük Göller Araştırmaları Dergisi’nin yaptığı araştırmalara göre, Eylül 2014’te, gölün 1970’lerde sahip olduğu ortalama büyüklüğünün % 12’si olduğunu ortaya koymuştur [8]. 2017 yılında, Urmiye Gölü’ne ait bir raporda ise, su seviyesinin 3 cm azaldığını ve alanının, iki haftalık bir süre boyunca 36 km kare küçüldüğü söylenmiştir.

VE TÜRKİYE İÇİN KORKULAN OLUYOR

Türkiye nüfusunun 2030 yılında 100 milyona ulaşacağı ve kişi başına düşen su miktarının bin 120 m3'e gerileyeceği öngörülüyor. Bu öngörüler, Türkiye’nin “su fakiri” olma yolunda ilerlediğine işaret ediyor. Bu arada, iklim değişikliğinin yarattığı olumsuz etkilerin artması ile birlikte, kuraklık da Türkiye için çok önemli bir risk temsil ediyor. İklim değişikliği en çok Akdeniz Havzası'nı etkiliyor. Avrupa ve Akdeniz Havzası'ndan 43 ülkenin yer aldığı Hükümetlerarası Akdeniz için Birlik kuruluşunun hazırlamış olduğu rapora göre, bölgede sıcaklık artışı dünyanın diğer bölgelerine oranla daha yüksek. 600 bilim insanının çalışmalarının aktarıldığı rapora göre, Akdeniz Havzası'ndaki ortalama sıcaklıklar endüstri devrimi öncesindeki döneme kıyasla 1,5 derece arttı. Aynı dönemde dünyanın diğer bölgelerindeki sıcaklık artışı ise ortalama 1,1 derece olarak kaydedildi. Raporun sonuçlarına göre 2040 yılına kadar Akdeniz'deki sıcaklık artışının 2,2 dereceyi bulacağı tahmin ediliyor. Yüzyılın sonuna doğru ise sıcaklık artışının Akdeniz'in bazı bölgelerinde 3,8 dereceye ulaşacağı öngörülüyor. Uzmanlar, bölgede "su kıtlığı yaşayan insanların" sayısının önümüzdeki 20 yıllık sürede 180 milyondan 250 milyona yükseleceğine dikkat çekiyor. Akdeniz’i bekleyen sorunlar arasında sıcaklık artışına bağlı olarak toprak kalitesinin düşmesi, kuraklık nedeniyle ekin kaybı, sıcaklık dalgaları, deniz ürünlerinin azalması yer alıyor.

KURAKLIK SIKLIK VE YOĞUNLUĞU ARTACAK

Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)’nin ülkemizin de içinde yer aldığı coğrafyayı yakından ilgilendiren “Arazi Özel Raporu” da, iklim değişikliği etkilerinin en şiddetli hissedileceği Akdeniz kuşağı ile ilgili önemli bulgular sunuyor. Doğal varlıkların her geçen gün artan insan baskısı ile karşı karşıya kaldığını ve iklim değişikliğinin bu baskıyı artırdığını ortaya koyan raporu, 52 ülkeden aralarında TEMA Vakfı Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş’in de yer aldığı 107 bilim insanı hazırladı. Raporda ülkemizi son derece yakından ilgilendiren bulgulardan biri şöyle: “Küresel ısınma kurak alanları ve çölleşmeyi artırıyor. 21. yüzyılda sıcak hava dalgalarının sıklık, yoğunluk ve süresinin; kuraklıkların ise sıklık ve yoğunluğunun özellikle Akdeniz bölgesinde ve Güney Afrika'da artacağı tahmin ediliyor. Bu etkiler şimdiden Afrika, Güney Amerika ve Güneydoğu Asya’da görülüyor. Bu bölgelerde kuraklık; daha şiddetli su kıtlığı, daha fazla toprak erozyonu, bitki örtüsü tahribatı, orman yangını, biyolojik çeşitlilik kaybı ve gıda arzının riske girmesi anlamına geliyor.”

BARAJ SEVİYELERİ ÇOK DÜŞÜK

Enerji Piyasaları İşletme Anonim Şirketi (EPİAŞ) tarafından paylaşılan 68 barajdaki su seviyelerinin mevcut durumuna değinerek değinen Deniz Ataç, “Bu verilere göre Batı Akdeniz, Batı Karadeniz, Marmara Havzalarında baraj seviyeleri yüzde 3-9 arasında olup çok düşük, Doğu Karadeniz ve Van Gölü havzalarındaki barajlarda ise düşük durumda.” Ataç’ın ifade ettiği gibi, asıl sorun İstanbul, İzmir ve Ankara başta olmak üzere içme suyu sağlanan mevcut baraj doluluk oranlarının az olması. COVİD-19 salgını nedeniyle su kullanımının daha da arttığı 2020 yılında, baraj seviyeleri özellikle İstanbul ve İzmir için oldukça düşük durumda. Kış ve bahar döneminin de sonbaharda olduğu gibi kurak geçmesi, 2021 yılında ciddi bir su sıkıntısı doğabilecek.

 SON 3 AYDA KURAKLIK DÜZEYLERİ YÜKSELDİ

- Meteroroloji Genel Müdürlüğü’nün Türkiye’deki son 12 aylık kuraklık analizlerini değerlendiren TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Orta ve kuvvetli kuraklık görülen bölgeler Orta Karadeniz, Doğu Karadeniz, Kuzey Ege, Batı Marmara Bölgeleri olarak sıralanıyor” diyor. Ataç’ın yorumları şöyle: “Doğu Anadolu’da Kars, Erzurum, Erzincan, Van illeri, İç Anadolu’da Kırşehir, Kayseri, Güneydoğu’da Bitlis kuraklık görülen yerler arasında. Oysa son 3 aylık kuraklık verilerine bakıldığında ülkenin büyük bölümünde orta, şiddetli, çok şiddetli ve olağanüstü kuraklıkların yaşandığı görülüyor. 2020 yılı sonbaharında yurdumuzun aldığı ortalama 65.8 mmlik yağış, uzun yıllar ortalaması olan 140.6 mm’nin ve geçen yıl sonbahar yağışlarının (74.3 mm) altında. Yağışlarda normaline göre yüzde 53, geçen yıla göre yüzde 11 azalma meydana geldi. Tüm bölgelerimiz normallerinin altında yağış aldı ve en fazla azalma yüzde 59 ile İç Anadolu Bölgesi’nde gerçekleşti. Ege ve Karadeniz Bölgeleri’nde ise son 40 yılın en düşük yağışlı sonbaharı yaşandı. Bu kuraklıkların havzaların su verimlerine de yansıması kaçınılmaz olacak. Bu durumun şimdiden bir su kıtlığına neden olacağı söylenemezken, benzer kuraklık kış mevsiminde de yaşanırsa gelecek yılın su kıtlığı yaşanacak bir yıl olacağı söylenebilir.”

KURAKLIĞA KARŞI NELER YAPILMALI?

TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, geleceğe hazır olmak açısından su azlığı çeken Türkiye’de alınması gereken önlemleri şöyle sıralıyor:
  • Kuraklık doğal afet statüsüne alınmalı. Kuraklığın etkilerini ekonomik, çevresel ve sosyolojik olarak görmek mümkünken; kuraklık 7269 sayılı Umumi Afetler Kanunu’na göre afet sayılmıyor ve afet istatistiklerinde hiç yer almıyor. Oysa kuraklık dünyada etkili olan 31 çeşit doğal afet arasında ilk sırada yer alıyor.
  • Su Kanunu yasalaştırılmalı. Türkiye’nin gittikçe azalan ve bozulan su varlığı Su Kanunu’na duyulan ihtiyacı artırıyor. Bu kanun; suyu bilinçsizce tüketilecek bir kaynak değil, korunması gereken bir doğal varlık olarak kabul etmeli, suyun tüm canlıların yaşamı için hayati önemini tanımalı, öncelikle suyu korumayı ve su varlıklarını havza bazında geliştirmeyi, katılımcı ve şeffaf bir anlayışla yönetmeyi hedeflemeli. TEMA Vakfı bu özelliklere uygun olarak bir Su Kanunu Yasa tasarısı hazırladı ve bunu siyasi partiler ve kamuoyu ile paylaştı.
  • Tarımsal üretimde suyun verimliliği artırılmalı. Türkiye’de suyun yüzde 74’ü sulama maksatlı olarak tarımda kullanılıyor ve bu suyun yüzde 82’si suyun en fazla israf edildiği sulama şekli olan ‘salma sulama’ şeklinde yapılıyor. Tasarruflu sulama sistemlerinden olan damla sulama sisteminin oranı ise yüzde 1. Sulamada kullanılan suyun yüzde 38’i yeraltı sularından karşılanıyor ve bilinçsizce yapılan sulama sonucu yeraltı suları tükeniyor.
  • Havza temelli kuraklık yönetim planları hayata geçirilmeli ve tüm havzalar için kuraklık yönetim planları tamamlanmalı.
  • Kentlerde su ihtiyacı azaltılmalı ve tasarruf edilen suyun tarımda kullanımını sağlayacak tedbirler alınmalı. Kentlerde yağmur hasadı uygulamaları, park ve bahçelerde su ihtiyacı yüksek bitkiler kullanılmamalı, buralarda gri suyun kullanımı yaygınlaştırılmalı, su tasarrufuna yönelik eğitimler ve uyarılar yapılmalı.
  • Çiftçilerin kuraklık görülen yıllarda yaşayacağı ekonomik kayıplardan etkilenmemesi için kuraklık, tarım sigortası kapsamında olmalı. TARSİM kapsamına kuraklığın alınması bu anlamda olumlu bir gelişme.
  • Kuraklık nedeniyle fiyat artışlarının engellenmesi için halkın gıda, üreticinin tohumluk ihtiyacının karşılanması için kurak olmayan dönemlerde stok oluşturulması sağlanmalı.