Kalabalıklara kaçanların uğrak yeri olan kahvehaneleri yazacağım bugün. İçinizde bir kıpırtı oldu mu kahvehane dediğimde… En çok da cıvıl cıvıl gençlerin sosyalleşme durakları, mesaisi biten iş insanlarının eve gitmeden önceki solukları...Aslında eskilerin kıraathanesidir kahvehaneler. Arapça’dan Türkçemize transfer olan kıraathanelerin kelime anlamı ‘okumaevi’dir. Şaşırdınız mı? Şimdilerde okuma evlerinden çok uzaklaşsa da hakikaten anlamı bu. Çay, kahve, oralet mevsimine göre adaçayı ve ıhlamur bir de ev usulü salçalı tost. Mideye gidenlerin en yakın arkadaşı ise gazete, kitap ve mecmualar… Gazetelerin gizli köşelerindeki kare bulmacaları da unutmayalım. Kıraathaneler günümüze kahvehane olarak taşındı. Değişim sadece isim de olmadı tabi. Değişime önce Dünya klasiklerinin Türk edebiyatıyla harmanlandığı kütüphaneler yenildi. Kitapların yer aldığı rafları kâğıt oyunları, okey ve tavla takımları aldı. Oysa kitaplar oyunlara ev sahipliği edeceklerini fısıldamışlardı. Sözünü dinletemeden sessizce terk ettiler evlerini. Sohbetler yerini taş ve zar seslerine bıraktı.

Şimdi nereden çıktı bu kıraathane özlemi diyeceksiniz. Antalya’nın “en sosyalleşen” caddesi Işıklar Caddesi’nde bir kahve molası verdim bugün. Nereye otursam da kahvemi yudumlasam derken bir baktım, bu tıka basa dolu mekânların hemen hemen hepsinde bir “kahve” anlamı var. Kahveyi bu kadar çok seven bir millet olduğumuzdan mıdır nedir? Dudak payına kadar yakın olan fincana işlenmiş marka, kahve kokusu ya da lezzetinden çok adıyla bizi etkiliyor olabilir mi? Belki de kahvede değil fincandadır meziyet? Üzerinde özel hissettiren ismimizin yazılmasından mı bu cazibe? Belki bir bardakaltı/üstü kültürüdür bizi adında kahve anlamı olan mekânların bağımlısı yapan! Birbirini duymayan insanların gürültüsüyle sosyalleşiyoruz işte.

Mimariden ev dekorasyonuna, turizmden modaya hep eskiye dönüyoruz son yıllarda. Eskitilmiş mobilyalar, tatil için salaş mekânlar, derme çatma giysiler, bir eski özlemimiz depreşti bu aralar. Kahve sevdamız da bizi eski kıraathanelere götürse ya! Ama içinde kitapların olduğu, okuma saatlerinde bir araya gelen, okudukları kitapları birbirine anlatan insanların olduğu… İki tarih vardır: Biri siyasetin, diğeri edebiyat ve sanatın. İlki iradenin, diğeri aklın tarihidir. * Birbirine merhaba demeyi unutan komşularımız varken. Yan yana dükkânlarında konuşamayan esnafımız varken. En çok dost sohbetlerine ihtiyacımız varken… Aklımıza mukayyet olmamız gereken günler çoğalırken… Okuyalım, okumak iyileştirir.

Antalya’da birkaç kitap kafenin açılması “akıl koruması adına” umut verici. Tabi bu iyileşmenin 7’den 70’e yayılması gerek. Okul kütüphaneleri ve şehir kütüphaneleri öğrenci nüfusu için zenginleştirilebilir. Yine emekli nüfusunun yoğun yaşadığı bir kent olma özelliği nedeniyle Antalyalı yerel yönetimlerin“eski kıraathane kültürü” için belki bir projesi vardır.

Kaynak:

*Schopenhauer. A. (Çev: Ahmet Aydopan)Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine, sf.70, Say Yayınları, 2015, İstanbul