Koru(ma) ve Yaşat(ma)

01.09.2014 07:20

Tarihi eserler ya da mekanlar bizden önceki nesiller tarafından günümüze kadar gelen, bize bırakılan miras olarak görülmesi gereken değerlerdir. “Geçmişine gereken değeri veremeyen bir toplum geleceğini tehlikeye atar.” Bu nedenle eski ve tarihi değeri olan eserlerin, yeni şehir planları içerisinde aynen korunması çok önemlidir.

Gelişmiş ülkeler, yıllar öncesinden tarihi varlıkların önemini kavrayarak, bu konuda yerel yöneticilerini ve halkını inandırmak için büyük çaba göstermiştir. Bu gelişmeler üzerine, Avrupa Konseyi tarafından 1975 yılı, “Mimari Mirasın Korunması Yılı” olarak ilan edilmiş ve çeşitli etkinlikler düzenlenerek konunun önemi vurgulanmıştır.

Yapılan gezi ve ziyaretlerde, Avrupa’nın birçok kentinde tarihi dokunun nasıl korunduğuna, bu koruma ve yaşatma çabalarının kentin ekonomik, kültürel ve sosyal hayatına inanılmaz katkılar sağladığına şahit oluyoruz. Bundan ders çıkarıyor muyuz? İşte o şüpheli.

Günümüzde turistler sadece doğa güzellikleri ve temiz hava aramamakta, gittikleri ülkenin tarihi mekan ve yapıtlarını da görmek istemektedirler.

İnsanlık tarihine yön vermiş, birçok medeniyetlere tanıklık etmiş, eşsiz bir coğrafyanın zengin mirasına sahip olan ülkemiz, tarihi ve kültürel değerlerine maalesef sahip çıkamadı. Bu konuda devleti yönetenler de sürekli ve kararlı bir irade ortaya koyamadı.

Ekonomik ve toplumsal dönüşümlerin etkisi ile tarihi değerlerimizde yaygın bir biçimde yıkımlar, kıyımlar ve kayıplar yaşandı. Kurumlar arasında işbirliği sağlanamaması yanında, kaynak yetersizliği ve uzman kadrolarının hazırlıksızlığı sorunu daha da büyüttü. Atalarımızın estetik mimari anlayışı ile oluşturulan yapılarımız, şahsi çıkarlara feda edilerek birbirinin kopyası yerleşmelere dönüştürüldü.

Bu olumsuz gelişmeler, toplumun bilinçli kesimlerinde büyük bir kaygıya neden olmuştur. Toplumun istek ve kaygılarını dikkate alan, tarihi ve kültürel dokunun yaşatılıp gelecek kuşaklara aktarılmasını isteyen yerel yönetimlerce 2000 yılında, “Tarihi Kentler Birliği” oluşturulmuştur. Amaç olarak da, “Kamu-Yerel-Sivil-Özel” birlikteliği ile “kimlikli kentlerde, kimlikli bireyler ve kimlikli bir toplum olarak yaşamak” olgusu gösterilmiştir.

Tarihi ve kültürel mirasımızın korunması ve yaşatma projeleri önemli bir kaynak gerektirmektedir. Başlangıçta yok olmaktan kurtulabilmiş ama can vermekte olan yapıların restorasyon çalışmaları ile işe başlanılmıştır. Bazı illerimizde kentin tüm aktörleriyle işbirliği içerisinde yapılan bu çalışmalar, kentleri cazibe merkezi haline getirmiş, turist sayısında artışla gelir kaynaklarında yükseliş gözlenmiştir. Tüm bu olumlu gelişmeler, yeni iş sahalarının oluşmasını sağlamış, kentin sosyal hayatı canlanmıştır.

Bugün, yapı ve sokak ölçeğinde çalışmalar yapılmakla beraber, kültürel mirasımızı koruma ve yaşatma çalışmaları, kalkınma planlarının temel gündemi haline gelmiştir. “Kültür Öncelikli Bölgesel Yol Haritaları” adı altında tarihi dokuyu canlandırma çalışmaları da başlatılmıştır.

Tarihi Kentler Birliği’nin 2005 yılından beri sürdürdüğü, “200 Ortak 200 Eser, “3 yılda 300 Eser” ve “Bin Günde Bin Eser” gibi hedefler koyması, özlediğimiz ve beklediğimiz projelerdir.

Yapılan çalışmaların boyutları genişledikçe, tarihi ve kültürel mirasımızın korunması ve yaşatılması konusunda yerel yönetimler arasında rekabet çıtasının da yükseldiğini görüyoruz. Tarihi Kentler Birliği ve ÇEKÜL Vakfı’nın desteği ve işbirliği ile 18-21 Ekim tarihlerinde Antalya’da “Restorasyon, Renovasyon ve Kültür Mirasının Korunması” temalı tadilat fuarının düzenlenmesi, bu alanda faaliyet gösteren tüm kesimlerin “Koruma Sektörü” algısı altında bir araya getirilmesi çok önemli gelişmelerdir.

Ayrıca 2013 yılı ekim ayı sonunda aynı fuar “Kent Müzeleri” temasıyla tekrar sektördeki insanları bir araya getirmiştir. 13-16 Kasım 2014 tarihleri arasında “Kentsel İttifaklar ve Paylaşan Kentler” konu başlığı ile bir araya gelinecek olması geleceğimiz açısından yararlı olacaktır.

Ülkemizde imar planlarını yapma ve uygulama yetkileri verilmiş yerel yönetimlerin, özellikle tarihi eserlerin ve çevresinin korunmasında da en büyük sorumluluğu taşıdığını unutmamak gerekir. Zaten Tarihi Kentler Birliği, kültürel mirasımızın gerçek sahiplerinin yerel yönetimler olduğunu savunmak ve bu konuda doğru ve sürdürülebilir adımlar atabilmek için kurulmuş bir yapıdır.

Günümüzde çağdaş yerel yönetimler, yaptıkları çalışmaların sonuçlarını ve etkilerini somut verilerle ölçmek ve izlemek durumundadır. Kentte yaşayan birey kültürel mirası nasıl algılamaktadır? Ona nasıl bir anlam yüklemektedir? Koruma çalışmaları halk için ne anlam ifade etmektedir? Bu soruları öğrenmenin tek yolu sosyal araştırmalar yaptırmaktır. İstatistiki bilgi toplamadan ve araştırma yaptırmadan, yapılan işlerin öncesi ve sonrasında halkın bilincindeki etki ve tepkileri öğrenemeyiz.

Tarihi Kentler Birliği tarafından yapılan tüm çalışmaların ve politikaların fikir babasının ÇEKÜL Vakfı Başkanı ve Tarihi Kentler Birliği Danışma Kurulu Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen olduğunu biliyoruz.

İşte can alıcı sorulardan bir kaçı: Her tarafı tarih kokan Antalya, Metin Sözen gibi bir dehadan yeterince yararlanabildi mi? Başta UNESCO olmak üzere uluslararası kuruluşlardan, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca oluşturulan “Korunması Gerekli Taşınmaz Varlıkların Onarıma Katkı Fonu”ndan kaynak aktarımında ne kadar başarılı oldu? Devlet kuruluşları, yerel yönetimler, STK’lar, akademisyenler ne ölçüde ortak çalışma yürütebildi?

Burada hedef, “Yerelden Ulusala-Ulusaldan Evrensele” temelinde koruma politikaları üretmek olmalıdır. Çünkü tarihi yapılar sadece bulundukları ülke vatandaşlarının değil, tüm insanlığındır.

Dünyaya sunacağımız gün yüzüne çıkmamış, çıkarılamamış o kadar çok değerlerimiz var ki…

Biz bunları koruyalım, yaşatalım ve tanıtalım.

Gelecek hafta Kaleiçi’ne ve çevresindeki tarihi yapılara değineceğim.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorum Yap

Yazarın Diğer Yazıları