Kim Antalyalı ?

15.12.2014 06:12

Kentte yaşayan insanların, kentin oluşturduğu değerleri anlaması, benimsemesi ve yaşama geçirmesi çok önemlidir.

Kentte yaşayan bireyler, kente özgü tavır ve davranışlardan uzak durur, kentli olduklarının farkında bile olmazlarsa, kentlilik bilincinden bahsedilebilir mi?

Kent, sadece yaşanılan bir mekân değildir, aynı zamanda kültürel ve sosyal bir ortamdır. Bu nedenle kentle, orada yaşayan birey arasında sağlıklı bir iletişimin olması, kentin bireyi, bireyin de kenti çok iyi algılaması gerekir. Bunun oluşturulabilmesi için, kentle ilgili verilecek her türlü kararda kentliye danışılması, başka bir deyişle, kentlinin yönetime katılması zorunludur.

Kentte yaşayanlar, kentin gelişmesinde katkıları olduğunu, yönetim sürecinde fikirlerinin alındığını görürlerse mensubiyet şuuru artar ve kentle ilgili yapılan projelere sahip çıkar.

Kentlilik bilinci kenti sahiplenmedir; kente özgü görgü ve nezaket çerçevesinde bir arada yaşama kültürüdür. Kentlinin kendisini o kentin sahibi olarak görmesi ve sahipliğinin gerektirdiği sorumluluğu taşıması gerekir.

Kentlilik bilincinin oluşturulmasında ve kentle ilgili projelere sahip çıkılmasında sivil toplum kuruluşlarının (STK) önemi ortaya çıkmaktadır. Batıda insanlar bazı sorunlarını sokakta örgütledikleri sivil toplum oluşumları vasıtası ile çözmektedirler. Osmanlı da mahalle kültürü de buna benzer nitelikler taşımaktadır.

Kente göç eden bireyler, geldikleri yerin yaşam biçimini, değerler sistemini ve inançlarını bulundukları yerlere taşırlar. Kurdukları hemşeri dernekleri ile sahip oldukları geleneksel toplum yapısını korumak ve yaşatmak isteği içerisindedirler.

Kentlilik bilinci ve kent kültürünü özümseyen bir bireyin kültür dünyasındaki farklılıkları koruması tezat olarak görülmemelidir. Önemli olan kentte yaşayanların, ortak yaşamanın gerektirdiği toplumsal kurallara uymayı ve o kuralları benimsemeyi başarmasıdır.

Kentlilik bilincinin oluşturulması ve kent kültürü yaratılmasında hemşeri derneklerinden yararlanmak mümkündür. Hemşeri dernekleri bir taraftan geleneksel toplum yapısının motiflerini üzerinde taşırken, diğer taraftan da değişimin ve gelişimin yaşanmasına öncülük edebilirler.

Kırsal kesimden ya da başka illerden gelen bireyler, kendilerinden önce oraya göç edenlerin ötekileşmediklerini hissederlerse, “kentli birey” gibi davranmaları daha kısa sürede gerçekleşir. Kendini yaşadığı kente ait görür, çevresine ve kentin oluşturduğu sosyal ve kültürel anlayışlara daha da pozitif yaklaşır.

Toplumsal değişim sağlanmadan, kentte uyum ve bütünleşmenin olmasını beklemek hayal olur. Ayrıca kentlerimizin yaşam kalitesinin geliştirilmesi kentlilik bilincinin geliştirilmesine büyük katkı sağlar. Aksi halde kentin nimetlerinden yararlanan, külfetlerine katlanan ama kenti kendisine ait görmeyen bir algılama ortaya çıkar.

Kentin ekonomik, sosyal ve kültürel zenginlikleri kentlilik bilincinin sağlanmasına harcanmalıdır. Bu konuda geç bile kalınmıştır. Tüm toplumsal kesimlerin kent yaşamına aktif olarak katılması sağlanmadıkça kent kültürü oluşturulamaz. Kent kültürü olmayan bir birey, kendini ifade edemez, kent ile ilgili bir konu da fikrini söyleyemez, sivil toplum kuruluşlarında yer alamaz.

O halde toplumsal duyarlılığı olan, toplumsal dayanışmayı önemseyen, yaşadığı kentin sorunlarına sahip çıkan “kentli birey” tipini nasıl oluşturacağız? Edebali ” İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” diyor. Kentliyi yaşatmadan kenti nasıl yaşatacaksınız.

Kentin imkânlarını herkesin kullanımına eşit olarak açma, kente yabancılaşmayı önler ve kente sahiplenmeyi doğurur.

Kentlilik kültürünü tehdit eden en önemli şey, “biz” ve “öteki” ayrımıdır. İnsanları kente yabancılaştıran politikalardan uzak durulmalıdır.

Kent kimliğine sahip çıkmadan, kentin kültürel değerlerini korumadan, sadece Antalya’da doğup büyüdüğünüz için Antalyalı olamazsınız. Kentin asıl sahipleri orada yaşayan vatandaşlardır.

Kente dışarıdan gelen Adanalı, Edirneli, Diyarbakırlı, Konyalı, Kayserili, Trabzonlu vs. bu kentin halkıdır. Dolayısıyla bu kente sahip çıkmalıdır. Bu kentin sahibi kim? denildiğinde sağa sola bakmadan ve hiç düşünmeden “ben” diyen bir bilince sahip olan bir kent kimliği oluşturulmalıdır.

5 yılda bir seçimlere katılarak, sorun ortaya çıktığında yerel yönetimlere ve devlete eleştiri getirerek kentli olunmaz. En büyük sorun kent sorunlarının çözümünü birilerine görev olarak vermek ve ilgilenmemektir.

Bunun yanında, kentlilik bilincinin oluşturulması için yerel yönetimlere tabi ki önemli görevler düşmektedir.

İnsanlar kendini kente ait hissetmiyorsa, nerede doğduğunun bir önemi yoktur. Burada aidiyet duygusu önemlidir. Kentte insanların sözünü dinlediği kanaat önderlerinin olması önemlidir. Kentle ilgili konularda kentle ruhen alakası olmayan, sadece şov yapan kişileri alırsanız başka bir sorun yaratırsınız. En büyük tehlike, sorunun çözümü için uğraşanların yeni bir sorun yaratmalarıdır.

Kent kültürü; demokratik, uzlaşma ve hoşgörüye açık, çok renkli bir yapı olmalıdır. Farklılıkların olduğu yerde zenginlik vardır. Farklılıkların olduğu bir yerde homojen bir kent kültürü yaratmaya çalışmak, kamplaşmalara neden olur. Asıl olan, bir kentte yaşayan insanların aynı kültürel değerleri paylaşması değil, kent kültürünü paylaşmasıdır.

Peki, kim Antalyalı?

Burada doğmuş, burada büyümüş olanlar mı? Antalya’dan kız almış, kız vermiş olanlar mı? Antalya’da yaşayan ve kente hizmet etmiş olanlar mı? Antalyalı olmanın kıstası nedir? Buna kim karar verecektir.

Bana sorarsanız, kim Antalyalı? Antalya’ da yaşayan, gelişmesi için çaba sarf eden, doğduğu yer nere olursa olsun, doyduğu yerin sorunlarına sahip çıkan, Antalya’ya gönül bağı ile bağlanan herkes Antalyalıdır.

Yazımızı kısa bir Kızılderili hikâyesi ile sonlandıralım.

Bir gün New-York’ta bir grup iş arkadaşı, yemek molasında dışarıya çıkar. Gruptan biri, Kızılderili’dir. Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yoldaki iş makinelerinin çıkardığı gürültü ve korna sesleri arasında ilerlerken, Kızılderili kulağına bir Ağustos Böceği (cırcır böceği) sesinin geldiğini söyleyerek onu aramaya başlar.
Arkadaşları, bu kadar gürültünün arasında bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam ederler. Aralarından bir tanesi inanmasa da, onunla aramaya devam eder. Kızılderili yolun karşı tarafına doğru yürür, arkadaşı da onu takip eder. Gökdelenlerin arasındaki bir tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir Ağustos Böceği bulurlar.
Arkadaşı, Kızılderili’ye:
- “Senin insanüstü güçlerin var. Bu sesi nasıl duydun?” diye sorar.
Kızılderili ise;
- “Bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek yok” der ve arkadaşına kendisini takip etmesini söyler.
Kaldırıma geçerler ve Kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlar. Birçok insan, bozuk para sesini duyunca sesin geldiği tarafa bakarak, onun ceplerinden düşüp düşmediğini kontrol eder.
Kızılderili, arkadaşına dönerek:
- “Önemli olan, nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğindir. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin” der.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorum Yap

Yazarın Diğer Yazıları