Duygusal sermaye

08.12.2014 07:16

Mehmet Semih Söylemez, Toplumsal ve Ekonomik Araştırmalar Merkezi (TEAMDER) Kurucu üyelerindendir. Antalya’nın en önemli sanayi kuruluşlarından biri olan AGT şirketinin de ortaklarındandır.

“Duygusal Sermaye” isimli bir kitap yayınladığını öğrendiğimizde kendisini Akdeniz TV de TEAMDER’in programı olan “Perspektif”te konuk ettik. Ayrıca bir toplantımızda da TEAMDER üyelerine kitabını tanıttı.

Hepimiz “kamu sermayesi” ve “özel sermaye” kavramlarını biliriz. Son zamanlarda sivil toplumun sahip olduğu bir güç olarak “sosyal sermaye” den de söz edilir oldu. Ancak “duygusal sermaye” kavramına pek aşinalığımız yoktur.

Kitabı dikkatlice okudum, ilgimi çekti. Bu yazımda sizinle bu konuyu paylaşmak istiyorum.

Duygusal sermaye; bir kurumu oluşturan bireylerin, o kuruma ilişkin üretmiş oldukları duyguların ve etkileşimlerin toplamı şeklinde tanımlanmaktadır. Bu unsurların içinde; çalışanlar, müşteriler, tedarikçiler, hatta herhangi bir şekilde kurumla yolu kesişen bireyler bile yer alır.

Üretim sistemleri sadece makinelerden oluşmaz. Mekanik sistemi harekete geçiren insanda üretimin içindedir.

Duygusal sermayeyi önemli kılan; insanoğlunun önemsenmesi ve değer görmesidir. Başka bir deyişle, burada özne kar değil, üretim alanlarının ana unsuru olan insandır.

İnsan; ruhsuz, mekanik bir varlık değildir, mekanik bir varlığa da dönüştürülemez. Unutulmaması gereken şey, “Önce yönetici değil, insanız.” Kendinin yerine başkasını koyarak düşünmek, karşılıklı pozitif bir enerji ortamı oluşturur.

Üretim yapan her kurum, kendi alanında “öncü” ve “karar verici” olabilmek için, özgür düşünce üretebilecek zihinlere ihtiyaç duyar. Başka bir deyişle, tüm sistemlerin “tıkır tıkır” çalışabilmesi için, “tıkır tıkır” çalışan zihinlere ihtiyaç vardır. John Berger’in dediği gibi, “Zihin hazır olmadığında el resim çizemez.”

Ancak bu tip insanlar, kurumlarda her daim tehlikeli bulunmuş ve yok edilmeye çalışılmıştır.

İşe hâkimiyet, duygusal zekâ ve durumlar karşısında esnek ve çevik olmak çok önemli özelliklerdir.

Şirketlerin hacmi ve kapasiteleri büyüdükçe, çalışanlar ile direkt görüşmeler azalmakta, etrafına yüksek duvarlar ören yöneticiler, iş hâkimiyetini kaybetmektedirler.

Özellikle çalışanlar, kurumlarına karşı negatif duygular içindelerse, birlikte yaşamaktan ve birlikte üretmekten haz almıyorlarsa, kuruma ve yöneticilerine güvenmiyorlarsa, çok bilgili, yetenekli ve becerikli olsalar bile, başarısız olma ihtimalleri yüksektir.

Kurumsallaşma gerçekleşmesi gereken önemli adımlardan biridir. Bu yapılamaz ise, aile bireyleri kendilerini ‘vazgeçilmez’ ve ‘her şeyi bilen’ kimseler olarak görmeye başlayacak, bu da şirkete zarar verecektir.

İnsanın hayat ile bağını nasıl ki “yaşama şevki” güçlendiriyorsa, iş yaşamındaki sürekliliği sağlayacak olan da “çalışma şevki”dir, çalışma heyecanıdır.

“Başarısızlık yoktur, başarısız sonuçlar vardır’” düşüncesini rehber edinen her şirket ya da yönetici, tüm çalışanlarının istekli olmasını, yaptığı işte heyecan duymasını ister. Bunun için gerekli olan işlemleri ve ortamları gerçekleştirmek zorundadır.

Hayatı yaptıklarından ibaret gören ve sadece geçmişi ile övünen zihinlerin, bugünün “meydan”larında seslerini duyurma şansları yoktur. Çünkü bugünün dünyası; yapabildiğinden daha zorunu deneyen ve zoru başarma isteği olan insanlara şans tanımaktadır.

Kendine meydan okumak, “yeni” ufuklara yelken açmaktır…

Kurumlarda yönetim sistemini karmaşık, hantal ve boğucu hale getirmek, neresinden bakarsak bakalım bir akıl tutulmasıdır. Basit, etkin ve işler bir yönetim sistemi kurmak, yalın düşünceler gerçekleştirmek, daha akılcı bir yoldur.

Kriz dönemleri, yeni yatırımlar, yeni ortaklıklar ya da yeni bir buluş şirketlerin tüm hayat akışını değiştirebilir. Önemli olan bu dönemleri “özel bir çaba ile yönetilmesi gereken” zamanlar olarak algılamaktır.

“Duygusal Sermaye” ye göre; aşırı hırs ve bunun sonucu sapılan karanlık yollar, insana küçük dilini yutturan, yok artık dedirten “hile”ler… Ve bütün bunlardan sadece geriye, “huzursuz bir dünya”, “aldatılmış insanlar” kalmaktadır. Oysa bugün insanın en çok ihtiyaç duyduğu; aldatılmadığına inandığı, hilesiz bir dünyadır.

Her insan gibi, kurumların da, var oldukları süre içinde, kendilerine ait bir “söyleyiş biçimleri”, bir başka deyişle bir üslubu vardır. O bünyeye katılan her birey de, bu üslubu benimser, zenginleştirilmesi ve bozulmaması için çaba sarf eder.

“Duygusal sermaye”ye göre, yazışmalar, diyaloglar, hatta ve hatta bir “çay istemek” bile, “kurum kültürü” ışığında olmalıdır. Aksi halde karşımıza; birbirini anlamadan konuşan, ancak zorunluluktan bir arada yaşayan bir insan topluluğu çıkmış olur.

Kurum yaşamının devamı için tasarım, üretim ve satış da önemlidir. Bu da birbirlerine uyumlu, karşı tarafı anlamaya çalışan insanlarla mümkündür.

Bir arada olmak, bir arada üretim yapabilmek, bir “ülkü” yolunda yürüyebilmek vazgeçilemez bir sinerji yaratır.

Şirketlerin varlıklarını sürdürebilmeleri ve doğru bir yapılanma içinde olabilmeleri için, yatay ve düşey iletişim ağı (feedback) oluşturmaları zorunludur. Bu ağ, geri dönüşü olan bir bilgi akışını da sağlamak durumundadır. Bu durum yüz yüze gelmek ya da aracı (mesaj) ile olabilir.

Kurum çalışanlarının verimli olabilmesi için, üretim alanlarının çalışma koşullarına uygun hale getirilmesi ve çalışma zamanlarının iyi düzenlenmesi gerekir. Soma ve Ermenek maden faciasında yaşananlar, işçilere bir yaşam odasının bile çok görülmesi, daha fazla kar elde etmek için hayatların tehlikeye atılması, kötü örnekler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Doğaya ve doğayı paylaşan tüm canlılara sempati duyabilmek, dünyayı daha yaşanılır kılabilmek için çaba göstermek kurumlar için de önemlidir. Aşırı kar hırsı ile doğayı katletmek, şehirleri yaşanamaz hale getirmeye çalışmak geleceğimize, gelecek kuşaklara ihanettir.

Günümüzde başarı sadece bol sıfırlı bilançolarla ölçülmemektedir. Bazı şirketler, “duygusal sermaye” anlayışını önemsemekte, maddenin yanında ruh da katacak” oluşumlara destek vermektedir.

Üretim için gerekli olan hammadde, üretim artışını sağlayan teknoloji, üretilen maddelerin satışı için gerekli olan pazar, herkese eşit mesafededir. Şirketleri rakiplerinin önüne geçirecek yegâne şey, insan kıymetleridir.

İnsanı değer olarak gören, çalışma arkadaşlarıyla duygusal bağ kuran firma sahibi ya da yöneticileri daha sık görmek, iş dünyasının geleceği açısından ümit vericidir.

Üretim yapan her insan saygı görmeyi hak eder. Emek/değer dengesinin işverenden yana kaydığı, üreten insanının emeğine değer verilmediği, sadece daha fazla kazanç algısının yerleştiği sistemler “duygusal sermaye”nin kapsama alanı dışında kalır.

Ülkemiz petrol, doğalgaz gibi yer altı zenginliklerine yeterince sahip değildir. Ancak genç bir nüfus potansiyeline sahiptir. Duygusal sermaye, toprağın üstündeki “değerlerimize” yani insana yeni değerler katacaktır.

Buna inanıyorum.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorum Yap

Yazarın Diğer Yazıları